André Borschberg

Solar Impulse eş-kurucusu ve H55 CEO’su 

“Amacımız havacılığın elektrikli çözümlere doğru dönüşümünü sağlamak”

3 Haziran 2025, Salı

İş ortağı Bertrand Piccard’la birlikte 2016 yılında gücünü elektrikten alan bir uçak geliştiren ve bu uçakla dünyanın etrafını dolaşan kaşif, pilot ve girişimci André Borschberg, havacılığın geleceğine yönelik çalışmalarını sürdürüyor. Borschberg ile bu alandaki deneyimleri ve gelecek projeleri üzerine konuştuk.

Siz havacılığa odaklı hevesli bir kaşif ve girişimcisiniz. Solar Impulse'ı kurdunuz ve dünyanın ilk güneş enerjili uçuşunu gerçekleştirdiniz. Havacılığın geleceğinin elektrikte olduğunu her zaman söylüyorsunuz. Ancak bugün küresel havacılık sektörünün durumu oldukça farklı görünüyor. Sektörün mevcut durumu ve iklim değişikliği üzerindeki etkisi hakkında neler söylersiniz?

Havacılık endüstrisi bir yandan emisyonları, diğer yandan da gürültü kirliliğini azaltma konusunda giderek artan bir baskı altında. Bu, ABD yönetimindeki mevcut gelişmelerden bağımsız olarak geçerliliğini koruyor. Ancak, odak noktası yalnızca uçaklardan kaynaklanan karbon emisyonlarını azaltma zorluğu olmamalı; aynı zamanda ortaya çıkan teknolojilerin potansiyelini tanımak da aynı derecede önemli.

Elektrik temelli havacılık, özellikle elektrikli itiş, umut vadeden çözümler sunuyor. Sadece genel havacılık için değil, aynı zamanda bölgesel hava taşımacılığı için de oldukça kullanışlı. Daha az gürültü, daha düşük emisyonlar, iyileştirilmiş verimlilik, elektrikli motorlar gibi bileşenlerin uzatılmış hizmet ömrü ve minimum bakım gereksinimleri gibi avantajları önemli. Bu avantajlar, çok motorlu düzenler, VTOL (dikey kalkış ve iniş) uçakları ve STOL (kısa kalkış ve iniş) uçakları gibi yenilikçi uçak tasarımlarına ve yapılandırmalarına kapı açıyor. Bunların hepsi elektrikli itiş için ideal adaylar konumunda.

Piyasaya yeni yeni ilk elektrikli itiş uygulamalarının girdiğini görüyoruz. Dikkat çekici bir örnek, tamamen elektrikli uçakların tanıtıldığı pilot eğitimi. Bu uçaklar hem sessiz hem de uygun maliyetli. Yaklaşık bir saatlik eğitim görevleri için oldukça uygunlar. Geleneksel uçaklara kıyasla daha düşük operasyonel maliyetlerinin olması bunları uçuş okulları için çekici bir seçenek haline getiriyor.

Hızla gelişen bir diğer alan ise hibrit-elektrikli çözümlerin araştırıldığı bölgesel hava taşımacılığı. Bunlar, operasyonel verimliliği artırırken enerji tüketimini ve karbon emisyonlarını önemli ölçüde azaltma potansiyeline sahip. Ticari ve çevresel açıdan, bu tür uçaklar daha çekiciler ve sürdürülebilir bir geleceği temsil ediyorlar.

Elektrikli havacılık için görünüm oldukça olumlu olsa da, bu sektörde yeni teknolojilerin benimsenmesi zaman alıyor. Havacılık, sıkı güvenlik ve emniyet gereklilikleri nedeniyle doğası gereği muhafazakâr bir alan. Ancak değişim geliyor.

Peki, bugün havacılık endüstrisinin önündeki zorluklar neler? Sektör kendisini elektrik tabanlı bir geleceğe nasıl dönüştürebilir? Sorumlu paydaşlar kimler ve anlamlı bir değişim için ne yapılmalılar?

Elektrikli havacılığın ilerlemesinde yer alan birkaç önemli paydaş var. Bir tarafta öncelikle uçak tasarımı ve entegrasyonundan sorumlu olan uçak üreticileri bulunuyor. Airbus, Boeing ve Embraer gibi büyük havacılık şirketleri. Ardından yanmalı motorlar üreten Pratt & Whitney gibi teknoloji ve bileşen tedarikçileri var. Son olarak, ABD'deki FAA ve Avrupa'daki EASA gibi havacılıkta kritik bir rol oynayan düzenleyici kurumlar mevcut.

Yeni bir teknoloji tanıtıldığında, sertifika sağlayan düzenleyici kurumlar öncelikle bunun etkilerini anlamak durumundalar. Sertifika kurallarını ve güvenlik gerekliliklerini tanımlamaktan, teknolojinin güvenilirliğini ve uçağa entegre edilmeye uygun olduğunu kanıtlamak için nelerin gösterilmesi gerektiğine kadar birçok parametreyi ana hatlarıyla belirlemekle sorumlular. Bu gereklilikler, yetkililer daha fazlasını öğrendikçe ve endüstri paydaşlarıyla sürekli diyaloğa girdikçe zamanla değişim gösteriyor; bu da istikrarsız bir ortam yaratabiliyor.

Aynı zamanda üreticilerin, uçakları akıllıca tasarlayabilen ve yeni teknolojilerden en iyi şekilde yararlanabilen yetenekli ve eğitimli mühendislere ihtiyaçları var. Ek olarak, uçak üreticilerine onaylı bileşenler ve sistemler sağlamak için sertifikalı tedarikçilere ihtiyaç oluyor.

Bizler şu an kritik bir noktadayız. Sertifika kurumları belirli uygulamalar için gereklilikleri tanımlamaya başladılar. Bazı tedarikçiler sertifikalı ürünleri pazara sunmaya başlıyorlar. Örneğin Safran, genel havacılık için sertifikalı bir elektrik motorunu piyasaya sunuyor; batarya teknolojisine odaklanan şirketimiz H55'in bu yaz tüm sertifika testlerini tamamlaması bekleniyor. Bu, önümüzdeki iki ay içinde sertifikalı batarya sistemlerini pazarda görebileceğimiz anlamına geliyor.

Dolayısıyla, bu teknolojileri entegre eden ilk uçak projelerinin konseptten gerçeğe dönüşümünü görmeye başlıyoruz. Şu anda ABD'de bir elektrikli uçuş eğitim uçağının potansiyeni gösterirken aynı zamanda ticarileşmesine de tanık oluyoruz.

Solar Impulse projenizle dünyanın etrafını enerjisini elektrikten alan bir uçakla dolaştınız. Bunun devamında kısa veya orta vadeli girişimleriniz ve projeleriniz arasında neler var?

Solar Impulse projesinin amacı, temiz teknolojilerin potansiyelini ve yenilenebilir enerjinin kullanımını göstermek için güneş enerjisiyle çalışan bir uçakla dünyanın etrafında uçmaktı. Solar Impulse uçağını gerçekten eşsiz kılan şey, sınırsız dayanıklılığa ulaşma yeteneğiydi; gün boyunca enerjisini güneşten topladığı için yakıt ikmali yapmasına gerek kalmadan günler ve geceler boyunca uçabildi.

Bu bağlamda kişisel olarak tamamladığım en uzun uçuş beş gün beş gece sürse de uçak daha uzun süreler uçma kapasitesine sahipti. Potansiyel olarak bir hafta, hatta bir ay uçabilirdi. Bu, iki temel etken sayesinde mümkün oldu. Birincisi, yenilenebilir bir kaynaktan (güneş) sürekli olarak enerji almak; ikincisi, uçağın en yüksek enerji verimliliğini sağlayacak şekilde tasarlanması. Sonuç olarak gün boyunca toplanan güneş enerjisi, uçağı gece boyunca çalıştırmak için yeterliydi.

Dünya etrafındaki uçuşumuzu başarıyla tamamladıktan sonra, ortağım Bertrand Piccard yalnızca havacılıkta değil, aynı zamanda yerdeki çeşitli endüstrilerde de temiz teknolojilerin benimsenmesi için savunuculuk yapmaya devam etti. Amacı, daha enerji verimli bir dünya yaratmaya ve karbon emisyonlarını azaltmaya yardımcı olmak.

Bense 2017 yılında iki eski meslektaşımla birlikte H55'i kurdum. Misyonumuz, sertifikalı elektrikli itiş çözümlerini daha da geliştirmek, temiz havacılık teknolojilerine olan güveni artırmak ve havacılık endüstrisinin elektrikli çözümlere doğru dönüşümünü sağlamak. Başlangıçtan itibaren şirket için çok net, üç stratejik öncelik belirledim:

İlki, uçak üretimine değil, temel teknolojilere odaklanmak. Amacımız kendi uçaklarımızı üretmek yerine, elektrikli uçak geliştiren diğer şirketlere önemli bir iş ortağı ve tedarikçi olmak.

İkincisi, sertifikasyonu önceliklendirmek. Sadece deneysel uçaklar için değil, ticari potansiyeli olan uçakların piyasaya çıkmaları için de uygun ürünler olan sertifikalı, elektrikli itiş çözümlerini pazara sunmak.

Son olarak, işe genel havacılıkla başlamak. Geliştirme döngülerinin daha kısa ve pazara girişin daha hızlı olduğu küçük uçaklara odaklanıyoruz. Bu yaklaşım, operasyonel deneyim kazanmamızı ve gelecekte bu teknolojileri daha karmaşık ve daha büyük uçak uygulamalarına ölçeklendirmek için kritik olacak değerli veriler toplamamızı sağlıyor.

Genel havacılıktan başlayarak sertifikalı, kanıtlanmış çözümlerden oluşan bir temel oluşturarak havacılığın daha temiz ve daha sürdürülebilir bir geleceğe doğru geniş çaplı dönüşümüne katkıda bulunuyoruz.

Siz öncü teknolojilere liderlik eden özel bir konuma sahipsiniz. Kimi zaman 'imkansız' olarak görülen projeler üzerinde çalışan bir ekibi motive etmek çok zor olmalı. Bize liderlik yaklaşımınızdan bahseder misiniz? Sizin alanınızda çalışmak isteyen yeteneklerde ne gibi beceriler olmalı, güçlü yönleri neler olmalı?

Solar Impulse projesine geri dönersek, girişimi ilk başlattığımızda, birçok kişi gece gündüz (potansiyel olarak bir hafta veya hatta bir ay) uçabilen bir uçak inşa etmenin imkansız olduğuna inanıyordu. Bu nedenle, başarının kritik bir faktörü, ekibe nasıl ilham verdiğimiz ve harekete geçirdiğimizdi. En başından itibaren, çözümün son derece muhafazakar eğilimli olan geleneksel havacılık endüstrisinde olmadığını anladım.

Örneğin, uçak yapımında geleneksel olarak kullanılan malzemeler ihtiyaçlarımız için çok ağırdı. Mevcut sınırların ötesine geçmek zorundaydık. Bunu yapmak için, farklı geçmişlere sahip, farklı endüstrilerden gelen mühendisleri işe aldık. Bu kişiler, farklı alanlarda gelişmiş ekipmanlarda deneyimi olan kişilerdi. Bu bakış açısının getirdiği çeşitlilik, yenilikçi çözümler bulmakta önemliydi.

Bir diğer önemli kararımız ise karar alma süreçlerini merkezden uzaklaştırmaktı. Vizyon ve hedefimiz açıktı: sürdürülebilir, güneş enerjisiyle çalışan bir uçak yaratmak. Ancak en iyi teknik kararlar zorluklara en yakın olanlardan gelmeliydi. Benim felsefem, yukarıdan aşağıya bir lider olarak değil, bir kolaylaştırıcı olarak hareket etmekti. Finansal destek ve stratejik ortaklıklar gibi gerekli kaynakları güvence altına alan, doğru ekibi ve organizasyon yapısını kuran biri olmaktı.

Bu rolde, özellikle geliştirme aşamasında kendimi geleneksel bir liderden çok bir koordinatör olarak gördüm. İnsanları güçlendirmek esastı. Her bireyin potansiyelini anlamaya ve en etkili oldukları rollerde başarılı olmalarını sağlamaya odaklandım.

Ancak kriz durumlarında liderlik rolüm daha merkezi hale geldi. Başarısızlıklarla karşılaştığımızda -ki kaçınılmaz olarak karşılaştık- ekibi bir arada tutmak, yönlendirme sağlamak ve suçlama kültüründen kaçınmak önemliydi. Kimin sorumlu olduğuna odaklanmak yerine, hatalardan ders çıkarmaya odaklandık.

Takımın, başarısızlığın ilerlemenin önemli bir parçası olduğunu anlamasına yardımcı olmak kültürümüzün temel bir parçasıydı. Her aksilikten ders çıkardığımız sürece, her başarısızlık bir sonraki seviyeye ulaşmak için bir basamak taşı oldu.

Ayrıca sıkı bir yoga ve meditasyon uygulayıcısı olduğunuzu da biliyoruz. Bu uygulamalar keşif veya girişimcilikte size nasıl yardımcı oldu?

Yoga ve meditasyon hayatımın vazgeçilmez birer parçası. Pasifik Okyanusu geçişine hazırlanmak gibi yeni bir işe giriştiğimde her zaman teknik düzeyde kapsamlı bir hazırlık yapardım. Her olası senaryo için önceden eğitim aldım: uykuyu nasıl yöneteceğim, teknik arızalara nasıl tepki vereceğim, gerekirse uçağı nasıl tahliye edeceğim ve hatta denizde nasıl hayatta kalacağım gibi.

Ancak en az bunun kadar önemli olan şey, hatta daha da önemlisi, zihinsel hazırlıktı. Ne kadar plan yaparsam yapayım, gerçekliğin farklı şekillerde ortaya çıkacağını biliyordum. Beklenmedik durumlara hazırlıklı olmalıydım. Beklenmeyen durumlara hazırlıklı olmak, stratejiden daha fazlasını gerektiriyor. Doğru bir zihniyet ve enerji seviyesi istiyor. İşler plana göre gitmediğinde, en iyi yaklaşımın açık kalmak olduğunu öğrendim çünkü bazen, bu beklenmedik anlar yeni fırsatlara veya daha iyi çözümlere sebebiyet veriyor.

Benim için bu zihin yapısını sürdürmenin ve enerjimi korumanın anahtarı her zaman yoga ve meditasyon oldu. Bu uygulamalar, en zorlu koşullar altında dahi topraklanmış, odaklanmış ve dirençli kalmama yardımcı oldu. Hem havacılıkta hem de hayatta zorluklara nasıl hazırlandığımın hayati bir parçası olmaya devam ediyorlar.

Bu yazının konusu: TEKNOLOJİ
Önerilen Konular:
Paylaş:

Bu içeriği beğendiyseniz daha fazlası için ücretsiz üye olun!

SEÇENEKLERİ GÖRÜNTÜLE

Sınırsız Erişime Sahip Olmanın Tam Zamanı

HBR Türkiye içeriğine bir yıl boyunca tüm platformlardan erişin!
ABONELİĞİMİ BAŞLAT

Tüm Arşive Gözatın

Paylaş