Olağanüstü günlerden geçiyoruz. Bundan bir hafta önce hayal bile edemeyeceğimiz şekilde hayatımıza yeni önlemler girerken yaşam hem ülkemizde hem de tüm dünyada hızlı bir şekilde etkileniyor. Avrupa’da alınan önlemler gün geçtikçe sertleşirken bizler de olabildiğince evlerimizde kalmak üzere koşullarımızı değiştiriyoruz. Gelen her yeni haberle birlikte süpermarketlere akın eden insanlar rafları boşaltırken yüzlerindeki korkuyu belirgin bir şekilde görmek mümkün. Süpermarket arabaları hızla doluyor, marketin içinde insanlar oradan oraya koşuşturuyor. İnsan bir distopya filminin içindeymiş gibi hissediyor.
Bu durumun arkasındaki en temel duygu korku. Ve korku, hayatta kalmamız için gereken en doğal ve koruyucu duygu. İnsan milyonlarca yıldır evrilirken korku sayesinde hayatta kalarak doğadaki belki de en güçlü canlı türü olmamasına karşın yaşamını devam ettirdi. Burada insan beyninin elindeki mevcut bilgiyi işleme, geçmiş ile karşılaştırma yaparak geleceğe dair tahmin ve öngörüde bulunan ön korteks (alnımızın hemen arkasında bulunan alan) önemli bir role sahip. Beynimizin hayatta kalma fonksiyonlarından sorumlu primitif kısımları korku ve tehdit/tehlike kaynaklarını tespit ettiğinde insanı rasyonel bir canlı kılan ön korteks mevcut durumu, geçmiş deneyimler ve elindeki bilgilerle birlikte analiz ediyor ve nasıl bir tepki vermesi gerektiğini ortaya koyuyor.
Ancak ön korteksin en önemli zayıf noktası, stres karşısında çevrimdışı kalması. Özellikle şu an, belirsizliğin ve olumsuz haberlerin olduğu bu günlerde geleceğe dair bir öngörüde bulunamamak, sürekli maruz kaldığımız haberler, hayatını kaybedenlerin sayısının ve tedbirlerin artmasıyla oluşan korku, ön korteksi çevrim dışı bırakarak hayatta kalmaktan sorumlu korteks altı ilkel beynin bizim adımıza karar vermesi sonucunda ne yapacağımızı bilemez bir şekilde, market raflarına saldırır halde buluyoruz kendimizi.
Korku, belirsizlikle bir araya geldiğinde ortaya endişe ve panik çıkıyor. Bu panik havasının büyümesinde sosyal bulaşıcılık (social contagion) büyük rol oynuyor: Markete girdiğimizde panik içindeki insanları, boşalan rafları gördüğümüzde biz de korkuya kapılarak benzer davranışları göstermeye başlıyoruz. Duyguların, özellikle de olumsuz duyguların bulaşıcı olduğunu biliyoruz, buna duygusal bulaşıcılık (emotional contagion) deniyor. Dr. Sigal Barsade bunu şöyle açıklıyor: “Duygular da aynı virüsler gibi kişiler arasında yayılır ve özellikle aynı iş ortamında çalışan kişiler birbirinin duygu durumunu hızlı bir şekilde alarak, bu durum muhakeme yeteneğini ve verilen kararları etkiler.”
Korkmak yaşadığımız bu süreçte son derece normal bir duygu. Korku sayesinde almamız gereken tedbirleri almak üzere motivasyonumuz oluşuyor. Duygusal Çeviklik kitabının yazarı Susan David her duyguya yer açmamız, duygularımızı bastırmadan ama bizi yönetmesine de izin vermeden yaşamamız gerektiğini söylüyor. Peki bunu nasıl yapabilirsiniz?
Sakin olun. Bunun için durup nefes almaya ihtiyacımız var. Durup sakinleşmek, nefesimizi 15-20 saniye kadar kısa bir süre izlemek bile sinir sistemimizi düzenlemeye yardımcı olacaktır. Korku ve endişeyle ne yaptığımızı bilmeden hareket ederken bir an nefesimizi hatırlamak, durup ayaklarımızın yerle temasını hissetmek bizi endişe ve paniğin taşıdığı duygu halinden uzaklaştırıp daha soğukkanlı ve rasyonel hareket edebilmemiz için destek olur.
Gün içinde endişe ve panik hissettiğiniz anlarda kendinize nefesinizi hatırlatın, birkaç derin nefes alıp verirken nefesinizi izleyin. 30 saniye kadar kısa bir süre için bile olsa bedeninizde neler olup bittiğine bakın: Elleriniz mi terliyor? Mideniz mi kasılıyor? Kalbiniz mi çarpıyor? Sadece farkına varın, değiştirmek için bir şey yapmak zorunda değilsiniz. Farkındalığınızı nefesinize getirmek bedenimizin verdiği bu stres tepkisini regüle etmek için yardımcı olacaktır.
Size iyi gelen şeylere daha çok zaman ayırın. Bugünlerde size iyi gelen şeyleri daha fazla hayatınıza sokun. Bunlar kitap okumak, yazı yazmak ya da müzik dinlemek gibi çok basit eylemler olabilir. Sürekli olarak, salgınla ilgili haberleri takip etmek, endişe seviyemizi artırabilir. Bunun için televizyon ve sosyal medyayla aramıza mesafe koyarak yapmaktan keyif aldığımız şeylere yönelebiliriz. Evde geçirdiğimiz süreyi normalde vakit bulamadığımız, ertelediğimiz şeylerle meşgul olarak değerlendirebiliriz.
Meditasyon yapın. Daha önce denemiş ya da denememiş olsanız bile günlük kısa süreli meditasyon pratikleri yapmayı deneyebilirsiniz. Ne kadar uzun süre yaptığınızdan ziyade, gün içinde belki belli aralıklarla nefesinizi hatırlayıp, nefesinizle temas etmek veya günde 5-10 dakika gibi sürelerle meditasyon pratiği yapmak, stresi doğru yönetmek, korkunun davranışlarımıza yön vermesi yerine, korku hissini düzenlemek için çok yardımcı olacaktır.
Çevrenizle bağ kurun. Yaşadığımız bu deneyim, insan olarak sosyal bir varlık olup gerçek bağ kurmanın ne kadar değerli olduğunu bizlere hatırlatıyor. Birbirimizden bağımsız olmadığımızı; bizden büyük bir sistemin, içinde yaşadığımız toplumun ve dünyanın bir üyesi olduğumuzu ve her davranışımızın etki alanının tahmin ettiğimizden ne kadar büyük olduğunu bizlere gösteriyor.
Birlikte ama mesafemizi koruyarak bu günleri de atlatacağız. İnsan deneyiminden biliyoruz ki, yaşadığımız her şey gelip geçici. Bu da geldi ve geçecek. Önemli olan bu süreçte kendimiz ve herkes için aynı özeni göstermemiz.