Sürdürülebilirlik, yani kelime anlamıyla daimi olma yeteneği…
Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu tarafından 1987’de yayımlanan Ortak Geleceğimiz Raporu’nda "Sürdürülebilir kalkınma kavramı, gelecek nesillerin kendi ihtiyaçlarını karşılayabilme becerisini tehlikeye atmadan, günümüzün ihtiyaçlarını karşılayan kalkınma." olarak tanımlanarak tüm dünyanın gündemine adım atıyor.
Çıkış noktasını daha çok dünyanın fiziksel anlamda geleceğine dair duyulan kaygılar yani çevresel faktörler oluştursa da aslında sürdürülebilirlik, toplumun bütününü ve ekonominin genelini etkileyen bir kavram. İş Dünyası ve Sürdürülebilir Kalkınma Derneği (SKD Türkiye) ve ESCARUS’ un hazırladığı “Sürdürülebilir İş Rehberi” nde de belirtildiği üzere; toplum, çevre ve ekonomi/yönetişim bileşenlerini içeren bütüncül bir yaklaşım gerektiriyor.
Birleşmiş Milletler’in 2016 yılında “Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları” olarak yürürlüğe giren 17 evrensel hedefiyle konu, sadece çevre odaklı olmaktan çıkıyor ve insanı merkeze alan gelişmeyi kapsayan bir anlayışa dönüşüyor. Bu hedeflerin içinde 3.sırada yer alan “sağlıklı ve kaliteli yaşam” başlığı ise bu makalede bizim radarımıza giriyor.
Çünkü bireyler için sağlıklı ve kaliteli yaşam, toplumun geleceğini şekillendiren en önemli unsurları oluşturuyor.
Peki iş dünyasının en önemli gündemlerden biri haline gelen sürdürülebilirlik, bireylerin hayatına değer katma dolayısıyla toplumsal refahı tetikleme anlamında kendine nasıl yer buluyor?
İş dünyası, barındırdığı insan kaynağı hacmiyle toplumun sürdürülebilirliği için en önemli aktörlerden biri haline gelmiş durumda.
Fakat bugün sürdürülebilirlik kavramı, kurumlar nezdinde çoğu zaman çevresel faaliyetlerin içine sıkıştırılıyor. Ajandalara genellikle karbon ayak izini azaltmaya yönelik çevre dostu uygulamalar, farkındalık yaratmaya yönelik sosyal sorumluluk projeleri gibi faaliyetler kapsamında giriyor.
Kurumlar temelde kendi sürdürülebilirliklerini de sağlayan insanı odağında aksiyonlar alırken, sahip oldukları etki alanıyla aslında toplumsal refaha da katkı yapıyor.
Toplumun yaşam kalitesinin ve mutluluğunun yolu bireylere odaklanmaktan geçiyor. İnsan odaklı sürdürülebilirliğinin ateşleyicisi olarak “esenlik” hali karşımıza çıkıyor. Ve önce esenlik kavramının en önemli bileşeni akıl sağlığını ele almak gerekiyor.
Maalesef pek çok sebepten, karmaşanın ve belirsizliğin yüksek olduğu zorlayıcı bir yüzyılda yaşıyoruz, bu durumda bireylerin yalnız ve kaygılı hissetmeye daha meyilli olması kaçınılmaz hale geliyor. Nitekim Dünya Sağlık Örgütü’nün 2023 verilerine göre, dünyada yaklaşık 280 milyon insan depresyon sorunuyla başa çıkmaya çalışıyor. Sağlık Bakanlığı'nın Ruh ve Eylem Raporuna göre ise Türkiye'de her üç kişiden biri psikolojik desteğe ihtiyaç duyuyor.
Peki akıl sağlığı perspektifinden iş dünyası nasıl görünüyor?
Global ölçekte yapılan araştırmaları içeren literatür taramalarında çarpıcı verilere rastlanıyor.
Çalışanların %84’ünün geçtiğimiz yılda stres ve tükenmişlik gibi sorunlardan depresyon, anksiyete gibi teşhis edilebilir durumlara kadar en az bir akıl sağlığı sorunu yaşadıklarını ortaya koyuyor.
Depresyon tanısı olanların %70’inden fazlasının aynı zamanda bir işte istihdam ediyor.
Akıl sağlığı bozukluğu bildiren çalışan sayısı ve çalışanların stres, kaygı ve tükenmişlik ile karşı karşıya kaldıklarını söyleme olasılıkları da artış gösteriyor, 2020’de %48 olan bu oran 2021’de %59’a yükselmiş. Akıl sağlığı sorunları sektör veya kıdem fark etmeksizin çalışanların iş hayatlarını etkiliyor.
Akıl sağlığı olumsuz yönde etkilenen kişiler, işi koruma veya kazanmada zorluk yaşıyor. İşte var olamama, devamsızlık, yüksek çalışan devri gibi sebepler kurumların yanı sıra; toplum ekonomisini de etkiliyor.
Anksiyete ve depresyon gibi en yaygın akıl sağlığı problemleri sebebiyle her yıl 12 milyar iş gününün kaybedildiği rapor edilmiş durumda. Bu durumun küresel ekonomiye tahmini kaybının ise, her yıl 1 trilyon doları bulduğu tahmin ediliyor.
Verilerle Türkiye’de akıl sağlığı ve iş hayatı denklemi
HiDoctor ve Deloitte’un yakın zamanda gerçekleştirdiği “Akıl Sağlığını Destekleyici Kurumsal Uygulamalar, Türkiye’de Farkındalık Seviyesi ve İhtiyaçları” araştırması da maalesef çok parlak bir tablo ortaya koymuyor. Türkiye’de her 2 çalışandan 1’inin psikolojik sağlamlığının düşük olduğu tespit ediliyor. Buna rağmen %88’inin hiç psikolojik destek almadığı görülüyor.
Zihinsel olarak iyi hissetme halinin iş hayatına yansımaları net bir şekilde ortaya çıkıyor. Çalışanların %77 ‘si iyi hissettiklerinde daha verimli çalıştıklarını, %73’ü ise işe devamsızlıklarının azaldığını ifade ediyor.
Hem fiziksel hem de zihinsel esenliğe yatırım yapan şirketlerde; mutlu çalışan, yüksek verimlilik, daha düşük devir oranı, güçlü şirket kültürü ve açık iletişim gibi kritik öneme sahip başlıkların pozitif sonuçlarına işaret ediliyor.
Psikolojik desteğin iş hayatındaki faydalarını gösteren tabloya bakıldığında ise pozitif bir kurum kültürü oluşturmak için olmazsa olmaz başlıklardan oluştuğu görülüyor.,
Diğer yandan iş hayatının genel mutluluk üzerindeki etkisinin bir hayli yüksek olduğu tespit ediliyor. Bu da durumun ciddiye alınıp, iş dünyasının bireylerin hayatından aldıklarını geri verme zamanının geldiğini sonucuna ulaşılmalı. Aynı zamanda sürdürülebilirliğin toplumsal ayağında kurumların rolünün altı çizilmeli.
Sonuç olarak insana dolayısıyla topluma fayda yaratmak, sürdürülebilirlik amacına hizmet ediyor ve bu da kolektif bir çaba gerektiriyor.
Kişilerin vakitlerinin büyük çoğunluğunu iş ve iş arkadaşlarıyla geçirdikleri göz önünde bulundurulduğunda; şiddetlenen küresel akıl sağlığı krizinde, farkındalık yaratma, önlem alma, çözüm yolları üretme görevinde kurumları, bu kolektif çabanın birinci derecede aktörleri haline getiriyor.
Önce, insan kaynağının sürdürülebilirliği sağlanmalı
HiDoctor CEO’su Ahmet Bal, “İş hayatını toplumdan, toplumu da bireylerden ayrı düşünemeyiz. Geleceğin iş dünyasında başarılı ve sağlıklı bir model oluşturmak istiyorsak, “çalışan esenliği” kavramını artık sadece bir yan hak olarak görmemeli, ötesine geçerek bireylerin iyi olma halini destekleyecek hizmetleri erişilebilir kılma noktasında birinci derecede sorumluluk almalıyız. Yani kurumsal hayatta, kağıt kullanımını sınırlama, su ve elektrik israfını önleme, geri dönüşüm gibi çevresel uygulamaların yanında insan kaynağının sürdürülebilirliğini de olması gerektiği değerde gözetmeliyiz ki diğer tüm adımları tamamlayabilecek kapasitemiz olsun.” diyor ve “liderlerin sürdürülebilirlik ajandalarına ‘toplumsal fayda’ boyutunda ışık tutmak istiyoruz” diye ekliyor.
Ahmet Bal, “sürdürülebilir kalkınma amaçları arasında ilk sıralarda yer alan “sağlıklı ve kaliteli yaşam” için HiDoctor olarak sundukları servislerle kurumların yanında olduklarına, bu sayede çalışan mutluluğunun dolayısıyla da bağlılık ve verimliliğin önemli ölçüde arttığına dikkat çekiyor. Mutluluğun kelebek etkisinin toplumsal anlamda refah düzeyine olan katkısını vurguluyor. Bütün bunlar, kurumların iş ortakları ve toplum nezdindeki itibarına da önemli katkılar sağladığı gibi toplumsal faydaya hizmet ediyor.” şeklinde konuşuyor.