Prof. Dr. Güler Aras

ERTA Yönetim Kurulu Başkanı & CFGS Kurucu Direktörü

"Standardizasyon eksikliği, sürdürülebilirlik çalışmalarını olumsuz etkiliyor"

20 Kasım 2024, Çarşamba

Entegre Raporlama Derneği Türkiye (ERTA) Yönetim Kurulu Başkanı ve YTÜ Kurumsal Yönetim ve Sürdürülebilirlik Merkezi (CFGS) Kurucu Direktörü Prof. Dr. Güler Aras ile sürdürülebilir finans ve raporlama yaklaşımları üzerine kapsamlı bir sohbet gerçekleştirdik. 

Sürdürülebilir finans iklim risklerinin yönetilmesi ve artmasının engellenmesi için çok önemli bir araç. Sizin de dahil olduğunuz COP29’da da, iklim değişikliğiyle mücadelede finansman kaynaklarının artırılması gerektiğine vurgu yapılıyor. Siz sürdürülebilir finans piyasasının gelişimi ile ilgili genel resmi baktığınızda hangi unsurların ön plana çıktığını düşünüyorsunuz?

"Yeşil finans" olarak da adlandırılan sürdürülebilir finans piyasası, yatırım kararlarına çevresel, sosyal ve yönetişim (ESG) kriterlerini entegre eden bir finansal ekosistem olarak tanımlanıyor. Bu piyasanın temel amacı, sermayeyi sürdürülebilir kalkınmayı teşvik eden, iklim değişikliğiyle mücadele eden, doğal kaynakları koruyan ve toplum üzerinde olumlu etki yaratan projelere ve işletmelere yönlendirmek. Son yıllarda sürdürülebilir finans piyasasında yeşil tahviller ve sürdürülebilir borç araçlarına artan bir önem verildiğini görüyoruz; bu ürünler, yenilenebilir enerji projeleri, sürdürülebilir altyapı yatırımları, tarım, gıda, çevre konuları başta olmak üzere geliştirilen projeleri finanse etmek amacıyla özel olarak tahsis ediliyor.

Sürdürülebilir finans piyasası, sürdürülebilir kalkınmaya yatırım için önemli bir sermaye kaynağı olmanın yanı sıra, aynı zamanda iş yapma zihniyeti ve yatırım stratejilerindeki değişimin de en temel itici gücü. 

Küresel sürdürülebilir finans piyasasının büyüklüğü 2024 yılında 6,61 trilyon ABD dolarına ulaştı ve 2034 yılına kadar %19,2'lik yıllık bileşik büyüme oranıyla 38,19 trilyon ABD dolarına ulaşması bekleniyor. Dünya geneline baktığımızda 2023 itibarıyla Avrupa’nın, sürdürülebilir finans piyasasında lider konumunu koruduğunu görüyoruz, özellikle Avrupa Yatırım Bankası gibi kuruluşlar, sürdürülebilir projelere finansman sağlayarak bu alanda öncülük yapıyor; şirketler de iş stratejilerine sürdürülebilirliği entegre ederek yeşil finansal araçların ihracını önemli ölçüde artırıyor.

Sürdürülebilir finansmana ilişkin COP29’da çok sıklıkla gündeme gelen bir konu; "net sıfır" hedeflerine geçiş sürecindeki belirsizlikler. Finans piyasaları, bir yandan yeşil teknolojilerin finansmanını sağlarken, diğer yandan da karbon yoğun sektörlerin karbonsuzlaşması için gerekli yatırımları yönlendirmek önceliğine sahip. Bununla birlikte, kurumlar "net sıfır" hedeflerine ulaşmak için gerçekçi yol haritalarına sahip değiller, ilaveten iklim riskleri yeterince anlaşılmış değil, küresel bir zaman baskısıyla birleşerek bu durum ciddi bir belirsizlik oluşturuyor. 

Diğer yandan verilerin ölçülebilir ve standardize edilmiş olması önem taşıyor. Elbette ki net sıfıra geçiş yol haritalarının sunulması ve çevresel olarak sürdürülebilir faaliyetlerin çerçevesini belirleyen; hangi yatırımların/projelerin iklim kriziyle mücadelede katkıda bulunabileceğini ve sürdürülebilir olarak kabul edilebileceğini gösteren taksonomiler bu belirsizliği azaltmada yol gösterici bir rol üstleniyor, fakat pek çok ülkede taksonomiler ve standart setleri henüz geliştirilme aşamasında.

Küresel çapta, farklı tanımlar kullanan çok sayıda taksonominin geliştirilmesinin ise, özellikle birden fazla ülke yükümlülüğüne tabi olan uluslararası kurumlarda uyum riski yaratması söz konusu. 

Sürdürülebilir finansman alanında karşılaşılan sorunlardan biri de mevcut finansman kaynakları hakkında şirketlerin yetersiz bilgiye sahip olması. Kurumların sürdürülebilir finansman kaynakları konusundaki bilgi düzeyinin artırılması ve finans kurumlarının sürdürülebilir finans alanında yetkin personel kapasitesinin güçlendirilmesi büyük önem taşıyor. Aksi taktirde; finansman talebinde bulunan kuruluşlardan sağlıklı veri edinilememesi, finans kurumlarının bu yatırımları riskli olarak değerlendirmelerine sebep oluyor. 

Gelinen noktada şu çok açık ki; ekonomik ve toplumsal gelişime kaynak sağlayan finans sektörü, sürdürülebilir bir gelecek inşa etmede büyük sorumluluğa sahip. Sürdürülebilir kalkınmayı destekleyecek finansmana daha adil, eşit ve tarafsız erişim sağlanması bu geleceğin temel taşlarını oluşturuyor. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde, finans sektöründeki paydaşlar arasında sürdürülebilir finansman uzmanlığının yaygınlaştırılması ve bilinç düzeyinin artırılması, sürdürülebilir büyümenin en önemli unsurlarından.

Bu bağlamda, Türkiye'nin iklim finansmanı konusunda alması gereken adımlar neler? Türkiye’nin uluslararası finansal kuruluşlarla olan ilişkileri bu süreçte nasıl şekillenebilir?

Yeşil Dönüşümün kamu ve özel sektör başta olmak üzere tüm ekosistem bileşenlerinin birlikte hareket etmesiyle mümkün olacağı aşikar. Türkiye’nin bölgede rekabetçi avantajını koruyabilmesi için düşük karbonlu bir ekonomiye geçişi, öncelikle yeşil dönüşüm politikalarında ilerleme kaydetmesi, başta ihracat yapan KOBİ’ler olmak üzere yeşil dönüşüm için ihtiyaç duyulan yatırım ekosisteminin geliştirilmesi, teşvik ve destek mekanizmaları sağlanması çok önemli. Kamu ve regülatörler bu konuda üzerine düşen sorumluluğu alarak gerekli düzenlemelere imza atıyor. 

Ülkemizde bu kapsamda geliştirilen Yeşil Mutabakat Eylem Planı, 2024-2028 dönemini kapsayan “On İkinci Kalkınma Planı”, “2025-2027” dönemini kapsayan "Orta Vadeli Program”ın yayınlanması ve Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) “Yeşil Varlık Oranı Tebliğ Taslağı” hazırlıkları kıymetli çalışmalar ve ülkemizin iklim finansmanına erişiminde yol gösterici.  

Bilindiği üzere önümüzdeki yıl Türkiye’de 500’ün üzerinde şirket ilk defa “Türkiye Sürdürülebilirlik Raporlama Standartları” olan TSRS 1 ve TSRS 2 kapsamında ilk zorunlu raporlamalarını yapacak. Bir anlamda Dünyanın gözü bizlerin üzerinde olacak bir döneme giriyoruz. İlk çıkacak raporların kalitesi ülkemizin yeşil dönüşüm yolculuğundaki kararlılığını ve gücünü ortaya koyacak. Bu açıdan sürdürülebilirlik raporlarının üzerine gerektiği şekilde yoğunlaşılması, verilerin şeffaf ve güvenceden geçmiş şekilde paylaşılması ülkemizin itibarını artıracak önemli etki yaratacaktır. TSRS’lerin yayınlanması, hem ulusal düzeyde şeffaf raporlamayı teşvik ederken hem de Türkiye'yi yabancı yatırımcılar için daha cazip hale getirecek önemli bir gelişme. 

Türkiye Raporlama Standartları’nın yürürlüğe girmesi, raporlama yapacak ekiplerin kapasite artışı için eğitim sisteminin dizayn edilmesi, güvence denetimlerinin zorunlu hale getirilmesi raporlama eksenindeki önemli gelişmeler. 

Bir diğer önemli gelişme ise Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın, sürdürülebilir finans ve yeşil dönüşüm hedefleri doğrultusunda Türkiye’ye özgü bir taksonomi çalışması yürütmesi. Taksonomi, Türkiye'nin çevresel hedeflerine ulaşması ve Avrupa Birliği Yeşil Mutabakatı’na uyum sağlaması açısından kritik bir adım. Çalışma, sürdürülebilir kalkınma hedefleri doğrultusunda çevresel olarak sürdürülebilir faaliyetlerin tanımını yaparak çeşitli sektörlerde standart bir çerçeve oluşturmayı amaçlıyor. Türkiye Taksonomisi'nin bir an önce yürürlüğe girmesiyle, çevresel sürdürülebilirliğe katkıda bulunacak faaliyetler ve yatırımlar teşvik edilecek, yeşil finansman kaynaklarına erişim kolaylaştırılacaktır. 

Bu süreçte aynı zamanda Türkiye'nin kendi karbon mekanizmasını kurma girişimi, Avrupa Birliği'nin Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması'na (SKDM) uyum sağlama gerekliliği ve ülkenin yeşil dönüşüm hedefleri doğrultusunda büyük önem taşıyor. SKDM, 2023 itibarıyla AB'ye ihracat yapan şirketlerin ihraç ettikleri ürünlerin karbon ayak izini raporlamalarını gerektiriyor. Türkiye'deki firmaların, AB'ye yapılan ihracatta olumsuz etkilenmemek için doğru emisyon hesaplamaları ve raporlamalarında, Avrupa Emisyon Ticaret Sistemi'nde (ETS) kullanılan izleme, raporlama ve doğrulama (MRV) yöntemlerinden faydalanmaları gerekli olacak. 

Türkiye’nin karbon mekanizması, yalnızca ihracatçı firmaların AB düzenlemelerine uyum sağlamasını değil, aynı zamanda ekonominin yeşil dönüşümünün hızlandırılmasını da destekleyecektir. Bu çerçevede, ihracatçı firmaların karbon emisyonlarını azaltmak için enerji verimliliğini artırmaları, yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmeleri ve düşük karbonlu teknolojileri benimsemeleri önemli. Bu tedbirler, SKDM kapsamında ödenecek karbon ücretlerini azaltarak firmaların rekabet gücünü korumasını destekleyecek.

AB’nin SKDM uygulamasının yalnızca belirli sektörlerle sınırlı kalmayıp genişletilmesi de bekleniyor. Bu durum, Türkiye gibi güçlü ihracat ilişkileri olan ülkelerin daha fazla etkilenmesine neden olacak. Dolayısıyla Türkiye, AB ETS ile uyumlu bir emisyon ticaret sistemi veya karbon vergisi uygulaması oluşturarak, karbon ödemelerinin yurtiçinde kalmasını desteklemeyi planlıyor. Bu kaynaklar, Türkiye’nin sürdürülebilir kalkınma ve yeşil dönüşüm projelerine yönlendirilerek ekonomik büyüme ve çevre koruma hedefleri arasında denge sağlayacak.

Uzun vadeli yatırımları teşvik etmek amacıyla, yatırımcıların çıkarlarını gözeten ve aldıkları riskin yanı sıra sürdürülebilir katma değeri şeffaflaştıran yasal düzenlemelere ve standartlara, özellikle bu dönemde, büyük ihtiyaç var. Bu bağlamda, sürdürülebilir yatırım ekosistemindeki kurumsal yatırımcılar ve tüm paydaşların konunun gelişimini yakından takip etmeleri ve ekosistemin gelişimi için iş birliği yapmaları önem arz ediyor. 

2024 yılı içinde TBMMnin gündemine gelmesi beklenen iklim kanununun içeriğinin de merak konusu olduğunu unutmamak gerekiyor. Yasa yapıcının aldığı kurallar sermaye piyasaları, finans kesimi, özel sektör ve STK’ları da ilgilendiriyor. 

Kısaca, 2025 ülkemiz için sürdürülebilirlik uygulamaları ve düzenlemeleri anlamında tam anlamıyla bir dönüşüm yılı olacak. 

Yeşil tahviller ve diğer sürdürülebilir finansman araçları, iklim değişikliği ile mücadelede önemli bir rol oynuyor. Bu alandaki gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Önümüzdeki dönemde hangi araçlar ve fonlar ön plana çıkacak?

Sürdürülebilir finansman piyasası, son yıllarda önemli bir dönüşüm yaşıyor. İklim değişikliği ve çevresel sorunlar konusunda artan farkındalık, yatırımcıları, özellikle kurumsal olanları, portföylerini sürdürülebilirlik hedefleriyle uyumlu hale getirmenin yollarını aramaya yöneltti. Özellikle Avrupa ve ABD'de düzenleyici baskı ve politika teşvikleri de bu dönüşümde elbette etkili oldu. Yatırımcılar giderek yalnızca finansal getiriler değil, aynı zamanda ölçülebilir olumlu etkiler de arıyor ve bu da etki yatırımının büyümesine yol açıyor. 2023 yılı itibarıyla, yeşil tahviller sektördeki en etkin finansal araçlardan biri haline gelmiş durumda. 

Yeşil tahviller, yalnızca çevresel etkiyi olumlu yönde şekillendirecek projeleri desteklemek amacıyla tasarlanmış özel finansal araçlar; birincil işlevleri, net çevresel faydaları olan projeler için sermaye toplamak olarak değerlendirilebilir. Bu tahvillerin ihraç eden kuruluşlar, elde ettikleri gelirleri yenilenebilir enerji tesislerinin kurulumu, sürdürülebilir altyapı projelerinin geliştirilmesi, enerji verimliliği artırıcı girişimler ve iklim değişikliği ile mücadele eden projeler gibi çevre dostu alanlarda kullanıyor. Yatırımcılar, bu tahviller aracılığıyla hem çevreye duyarlı projelere finansman sağlama fırsatı bulurken, aynı zamanda finansal getiri elde etme imkânı da yakalıyor. 

Bir diğer önemli segment ise sosyal tahviller. Sosyal tahviller, sürdürülebilir finansmanın toplumsal hedefleri olan projeleri desteklemeye yönelik finansal araçlar olup, bu tahvillerin gelirleri, uygun fiyatlı konutların inşası, sağlık hizmetlerine erişim, eğitim olanaklarının artırılması, düşük gelirli topluluklarda istihdam yaratma ve sosyal refahı teşvik eden projelere aktarılıyor. Sosyal tahviller, yatırımcıların çevresel sürdürülebilirliğe ek olarak kapsayıcı büyümenin, yoksulluğun azaltılmasının ve sosyal refahın iyileştirilmesinin önemini giderek daha fazla fark etmesiyle ivme kazandı. COVID-19 salgını ve ardından gelen ekonomik zorluklar, sağlam bir sosyal altyapıya olan ihtiyacı vurguladı ve bu da sosyal tahvillere olan talebi daha da hızlandırdı.

Karma sürdürülebilirlik tahvilleri ise, hem yeşil hem de sosyal tahvillerin unsurlarını birleştiren ve her iki hedefe de katkı sağlayan diğer önemli finansal araçlar. Bu tahviller, çevresel ve sosyal hedefleri aynı anda destekleyen projelere yatırım yapmayı amaçlıyor. Örneğin, temiz enerji projeleriyle iklim değişikliğine yönelik mücadele, iş yaratma ve halk sağlığının iyileştirilmesi gibi doğrudan sosyal faydalar sağlayabilir.

Tüm bu yatırımların çevresel veya sosyal etkilerinin izlenmesinde şeffaflık da devam eden bir diğer sorun. Yatırımcıların, fonların hedeflenen amaç için kullanıldığından ve etkilerin gerçekçi olduğundan emin olmak için net ve doğrulanabilir ölçütlere ihtiyaçları var. Burada da raporlama ön plana çıkıyor.

Genel olarak, bu finansal araçlar daha sürdürülebilir küresel finansa doğru geçişin ön saflarında yer alıyor. Farkındalık arttıkça ve piyasalar olgunlaştıkça, yeşil, sosyal ve hibrit tahvillerin rolü muhtemelen büyümeye devam edecek ve hem çevresel hem de sosyal zorlukları ele almaya yardımcı olabilecek projelere daha fazla sermaye yönlendirecektir.

Bu süreçte, ülkemizde Sermaye Piyasası Kurulu tarafından yeşil finansman araçlarının ihracı sürecinde sürdürülebilir kalkınma hedefleri doğrultusunda  sürdürülebilir ve daha geniş sosyal fayda sağlayan projelerin finansmanına destek olmak amacıyla, “Yeşil, Sürdürülebilir ve Sosyal Sermaye Piyasası Araçları Rehber Taslağı” ile “Sürdürülebilirlik Bağlantılı Sermaye Piyasası Araçları Rehber Taslağı” hazırlanarak görüşe sunuldu. Rehberlerin en yakın zamanda nihai halinin yayınlanması için SPK tarafından yoğun bir şekilde çalışılıyor.

Yatırımcılar artık sadece finansal performansı değil, aynı zamanda çevresel, sosyal ve yönetişim (ESG) kriterlerini de göz önünde bulunduruyorlar. Özellikle sürdürülebilirliğin finansal olmayan sonuçlarını gösterme noktasında raporlamanın önemi nedir? 

İklim değişikliğinin yarattığı geri dönülemez tahribat ile, başta yatırımcılar olmak üzere paydaş beklentilerine cevap verme noktasında mevcut raporlama düzenlerinin yetersizliği, kurumsal raporlama sistemindeki değişim süreci tetiklenmiş oldu. Karşılaşılan sorunların ve çözümlerinin çok boyutlu olması, sürdürülebilir performansa ulaşmak ve kalıcı değer yaratmak için entegre düşünmeyi de zorunlu hale getirdi. Entegre düşünce temeline dayalı olan ve “Bir kuruluşun stratejisi, yönetimi, performansı ve gelecek beklentilerinin kısa, orta ve uzun vadede nasıl değer yarattığının kısa ve öz bir sunumu” olarak tanımlanan entegre raporlama, kurumların finansal performansının yanı sıra çevresel, sosyal ve ekonomik performansları arasındaki bağlantıyı tanımlayan ve kurumların nasıl değer yarattığını anlatan bir yaklaşımı öngörüyor. Aynı zamanda, yatırımcılar ile diğer paydaşlarının kurumun gerçek performansını ve risklerini görebilmelerine imkân sağlıyor. 

Gerek düzenleyici kurumlar, gerekse kurumsal raporlama ile ilgili standart, ilke ve çerçeve belirleyen organizasyonlar artık kurumların finansal bilgilerle birlikte finansal olmayan –çevresel, sosyal ve yönetsel- bilgilerini de raporlamalarının gerekliliği ve bunun bir çerçeveye oturtulması konusunda fikir birliğine varmış durumdalar. Dünya genelinde büyük bir hızla benimsenen Entegre Raporlama, geleceğin global raporlama çerçevesi olarak büyük önem taşımakta ve kurumsal raporlama ekosistemi içerisindeki varlığını daha da güçlendirdirmektedir.  

Entegre Raporlama; Türkiye’nin zorunlu olarak düzenlediği Global Sürdürülebilirlik Standartları TSRS 1 ve TSRS 2’nin raporlanacağı en uygun çerçeve olarak IFRS tarafından da beyan edilmiştir ve teşvik edilmektedir. 

Özellikle Yeşil Mutabakat çerçevesinde AB ile ticari faaliyette bulunan kurumların Entegre Raporlamaya geçmiş olması, Sınırda Karbon Düzenlemesi ile karşı karşıya kalacakları durumlarda faaliyetlerine ilişkin tüm süreçleri şeffaf şekilde açıklayabilmelerine olanak sağlayacak. Düzenlemelerin de ötesinde, kurumların ihtiyacı olan yatırımları çekme noktasında, entegre düşünce ve entegre raporlama yaklaşımını benimseyen kurumlar, diğerlerine göre önemli bir rekabet avantajı sağlayacaktır.

Entegre raporlamanın temel hedeflerinden ve günümüzün en önemli konularından biri ise hesap verebilir eylemi teşvik etmek; şirketleri yalnızca finansal sonuçlarını raporlamaya değil aynı zamanda çevresel sürdürülebilirlik, sosyal eşitlik ve iyi yönetişim konusunda nasıl sorumlu eylemlerde bulunduklarını göstermeye teşvik etmek. 

Son dönemde ESG raporlama noktasında kafaların karışık olduğunu görüyoruz. Sürdürülebilirliğe dair eleştirilerin bir kısmı da buradan doğuyor. Standardizasyon konusunda dünya nerede? Siz buradaki tabloyu nasıl görüyorsunuz? İleriye dönük hangi standartların daha yaygın hale gelmesini bekliyorsunuz?

ESG verilerinin nasıl raporlanacağı konusu ve ESG verilerinde standardizasyon eksikliği, şirketlerin sürdürülebilirlik çalışmalarını olumsuz etkiliyor. Gönüllü raporlamalarda hangi verilerin sunulacağına dair sistematik bir yapı olmaması ise, yatırımcıların verileri değerlendirebileceği kıstasları oluşturmayı zorlaştırırken, veriler arasında karmaşaya yol açıyor. 

Bu çerçevede, IFRS Vakfı bünyesinde kurulan Uluslararası Sürdürülebilirlik Standartları Kurulu’nun (ISSB) Haziran 2023’te yayınladığı IFRS S1 ve IFRS S2 standartları, raporlamaya küresel bir temel oluşturmak adına önemli bir adım. IFRS S1 ve S2, yayınlanmasından hemen sonra Uluslararası Menkul Kıymet Komisyonları Örgütü (IOSCO) tarafından onaylandı. 130'dan fazla yargı alanında dünya menkul kıymet piyasalarının %95'inden fazlasını düzenleyen IOSCO, küresel finansal düzenlemeler açısından önemli bir rol oynuyor. Bugüne kadar 30 ülkenin bu standartları benimsemesi, büyük bir gelişme olarak değerlendiriliyor. Bu durum, küresel GSYİH'nin neredeyse %55'ini, küresel piyasa değerinin %40'ından fazlasını ve dünya çapındaki sera gazı emisyonlarının yarısından fazlasını kapsadığı için küresel ekonomi ve çevre açısından da büyük bir etkiye sahip.

Ayrıca, Avrupa Finansal Raporlama Danışma Grubu (EFRAG) tarafından 2023 yılında uygulamaya konulan ve şirketlerin sürdürülebilirlik faaliyetlerini paydaşlarıyla paylaşmalarını zorunlu hale getiren “Kurumsal Sürdürülebilirlik Raporlama Direktifi” (CSRD), Avrupa Sürdürülebilirlik Raporlama Standartları’na (ESRS) uyum şartını da beraberinde getiriyor. Bu tür girişimler, yatırımcıların karşılaştırılabilir bilgiye ulaşabilmesini sağlayarak raporlama sürecinde standardizasyon sağlama açısından büyük önem taşıyor.

Bir yandan da dünyada standart belirleyiciler, şirketleri çoklu raporlama yükümlülüğünden kurtarmak için birlikte çalışabilirlik konusuna odaklanıyor. Kurumsal Sürdürülebilirlik Raporlama Direktifi ile Uluslararası Sürdürülebilirlik Standartları Kurulu standartları arasındaki birlikte çalışabilirlik, GRI ve IFRS Vakfı arasındaki mutabakat, IFRS Vakfı ile EFRAG'ın yayımladığı "ESRS-ISSB Standartları: Birlikte Çalışabilirlik Kılavuzu" ve GRI ile IFRS Vakfı'nın etkin sürdürülebilirlik raporlaması sağlamak için gerçekleştirdiği iş birliği, raporlamada birlikte çalışabilirliği destekleyen önemli adımlar olarak öne çıkıyor. 

Küresel standartlara uyuma dair hızlı bir süreci başlatmışken ardından gelecek yeni düzenlemelere dair de hazırlıklı olmamız gerekiyor. IFRS’in küresel raporlama standartlarına yenilerini eklemek üzere sıkı şekilde çalıştığını biliyoruz. Hazırlıklarını 2026 yılında tamamlayacaklarını öngördüğümüz standartlar biyoçeşitlilik ve insani gelişim odağında olacak.

Ülkemizde de bu dönüşümle eş zamanlı oldukça hızlı bir gelişim sürecindeyiz. Türkiye’de bu çerçevede en önemli gelişme Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu'nun Türkiye Raporlama Standartları TSRS 1 ve TSRS 2’yi yürürlüğe alması oldu. Standartlara göre, beyan edilen kapsam dahilinde olan sayısı yaklaşık 500’ü bulan kurum, kuruluş veya şirketler, Sürdürülebilirlikle İlgili Finansal Bilgileri (TSRS 1) ve İklimle İlgili Açıklamalarını (TSRS 2) 2024 yılı faaliyetlerini içeren 2025 yılı sürdürülebilirlik raporlarında zorunlu olarak beyan etmek ve raporlarında sınırlı denetim almakla yükümlüler.   

ESG raporlamasında şeffaflık, yatırımcıların doğru kararlar alabilmesi için kritik bir faktör. Ancak bu alanda hâlâ eksiklikler bulunuyor. Şeffaflık sağlanabilir mi? Bu süreçte veri güvenliği ve doğruluğu nasıl sağlanabilir?

İşletmeler çevresel, sosyal ve yönetişim (ESG) faktörlerinin öneminin giderek daha fazla farkına vardıkça şeffaf ve güvenilir sürdürülebilirlik raporlaması, yatırımcılardan müşterilerden çalışanlara ve düzenleyicilere kadar paydaşlar nezdinde güven oluşturmak için hayati önem taşıyor. Genel olarak, sürdürülebilirlik raporlamasında üçüncü taraf güvencesine ve bağımsız denetimlere doğru geçiş, yalnızca ESG verilerinin kalitesini ve doğruluğunu iyileştirmeye yardımcı olmakla kalmıyor, aynı zamanda sürdürülebilir yatırımlar için daha güvenilir ve şeffaf bir pazar oluşturuyor. Bu uygulamaları benimseyen şirketler, gelişmiş itibar, sermayeye erişim ve operasyonlarında uzun vadeli sürdürülebilirlik şeklinde kazanımlara da sahip oluyor.

Sürdürülebilirlik raporları, çevresel, sosyal ve yönetişim risklerinin ve fırsatlarının işletmelerin finansal durumu üzerindeki potansiyel etkisini değerlendirirken, yatırımcı kararları için doğru ve güvenilir bilgi sağlamaları önemlidir. Bu denetimler Avrupa Birliği gibi bölgelerde gönüllü olarak başladı, ancak birçok ülkede zorunlu hale geldi. Türkiye'de, Eylül 2024 itibarıyla sürdürülebilirlik raporlaması için güvence denetimleri zorunlu hale getirildi ve sınırlı güvence ile başlanmasına karar verildi. 

Sürdürülebilirlik raporlarının bağımsız olarak doğrulanması veya üçüncü taraf denetimleri, raporlanan verilerin doğruluğuna ve güvenilirliğine güven oluşturmanın en güçlü yolu. Doğrulama süreci, yatırımcılar, müşteriler ve düzenleyiciler dahil olmak üzere paydaşlar arasında bildirilen verilerin güvenilir olduğuna dair güven oluşturmaya yardımcı olacaktır. Üçüncü taraf denetimleri veya doğrulamaları, bir şirketin sürdürülebilirlik iddialarının net ve tarafsız bir değerlendirmesini sağlayarak şeffaflığı teşvik etmekle birlikte, yeşil boyamanın da önüne geçilmesine imkan tanıması açısından çok önemli. 

Bunlarla birlikte şirketlerin Karbon Saydamlık Projesi (CDP) veya Dow Jones Sürdürülebilirlik Endeksi (DJSI) gibi tanınmış sürdürülebilirlik endekslerinin bir parçası olması, sürdürülebilirlik performanslarının harici doğrulamasını sağlaması da ayrıca önemli. Bu endekslerde yüksek sıralamalar veya puanlar genellikle bir şirketin sürdürülebilirliğe ve kurumsal sosyal sorumluluğa olan bağlılığının bir işareti olarak değerlendirilmekte. Bu endeksler, karbon emisyonları, su kullanımı, tedarik zinciri uygulamaları ve sosyal etki dahil olmak üzere çeşitli sürdürülebilirlik ölçütlerindeki bir şirketin performansını değerlendirmek için kapsamlı üçüncü taraf değerlendirmeleri kullandığı için, veri güvenliği ve şeffaflık konusunda önemli faydalar sağlıyor.

ERTA olarak siz bu tabloda nasıl bir rol oynuyorsunuz? Önümüzdeki döneme dair ajandanızın üst maddelerinde neler var?

Entegre Raporlama Derneği olarak sürdürülebilirlik alanında değer yaratan çalışmalar yürütmeye özen göstererek, entegre raporlamanın küresel ve ulusal olarak benimsenmesini teşvik etmek, konuya ilişkin farkındalığı arttırmak, sermaye piyasalarını ve yatırım ortamını geliştirmek için kamu, özel sektör ve sivil toplum kuruluşları ile iş birliği içinde etkin faaliyetler yürütüyoruz. Ayrıca, kuruluşların raporlama yeteneklerini geliştirmelerine yardımcı olmak için vaka çalışmaları, seminerler ve eğitimler sağlayarak, en iyi uygulamaların geliştirilmesini desteklemeye çalışıyoruz.

ERTA olarak şirketlerin raporlama çerçevelerini anlamalarına ve uygulamalarına yardımcı olacak kaynaklar sağlamaya çalışmak da önceliklerimiz arasında; eğitim materyalleri oluşturmaya, etkinlikler düzenlemeye ve entegre düşünce ve raporlama hakkında akademi ile etkileşim kurmaya gayret gösteriyoruz. Üyelerimiz ve kamu kurumlarımızın üst düzey temsilcileri ile bir araya geldiğimiz çalışma komitelerimiz bünyesinde gerçekleşen toplantılarda, Türkiye’de sektörün ihtiyaçları değerlendirilerek hazırlanan “ERTA İklim Değişikliği Genel Görünüm Raporu” ve altı denetim şirketimizle birlikte hazırlanan “ERTA Sürdürülebilirlik Güvence - Denetim Rehberi” bu çalışmaların güzel örneklerinden sayılabilir.

Ayrıca yakın zamanda sürdürülebilirlik raporlama konusuna yönelik kapasite geliştirme faaliyetleri kapsamında kurumsal sürdürülebilirlik uzmanlığı eğitimleri vermek üzere alanında örnek teşkil edecek önemli bir eğitim materyali oluşturduk. Kurumlar arası iş birliğini güçlendirmek ve farklı tarafları bir araya getirerek sürdürülebilirlik stratejilerini ortak bir vizyonla şekillendirmek için de yoğun bir şekilde çalışıyoruz. 

Özellikle KOBİ'lerin kapasite geliştirme ve teşvik ihtiyaçlarının oldukça yüksek olduğunu gözlemliyoruz. Bu nedenle küçük ve orta ölçekli işletmelerin sürdürülebilirlik uygulamaları konusunda daha bilinçli hale gelmeleri ve desteklenmeleri için farkındalık yaratmaya yönelik alternatif projeler üzerinde çalışıyoruz.

Üyelerimizin ve paydaşlarımızın kapasitelerini geliştirmek amacıyla çeşitli eğitimler, paylaşım toplantıları düzenlemeye ve rehber dokümanlar yayınlamaya devam ediyoruz. Bu sayede sürdürülebilirlik alanında bilgi ve becerilerin artırılmasına katkı sağlamayı hedefliyoruz. Ayrıca raporlama standartlarının Türkiye'de sağlıklı bir şekilde uygulanmasını sağlamak amacıyla Türkiye ile uluslararası kuruluşlar arasında etkin bir diyalog kurulması için çalışıyoruz. Türkiye'deki gelişmeleri uluslararası platformlarda paylaşmak ve deneyim alışverişinde bulunmak amacıyla yurt dışındaki toplantılara aktif olarak katılıyoruz. 

Amacımız, konunun tüm ilgili taraflarının Türkiye ekonomisinin ve şirketlerin dönüşümü  için işbirliği ve sinerji içinde çalışmasına destek vermek. 

Paylaş:

Bu içeriği beğendiyseniz daha fazlası için ücretsiz üye olun!

SEÇENEKLERİ GÖRÜNTÜLE

Sınırsız Erişime Sahip Olmanın Tam Zamanı

HBR Türkiye içeriğine bir yıl boyunca tüm platformlardan erişin!
ABONELİĞİMİ BAŞLAT

Tüm Arşive Gözatın

Paylaş