Bu soruyu sormayı seviyorum. İlk bakışta bütün sorumluluk iş ortamını yaratan şirketlerin, kurumların omuzlarındaymış gibi görünse de cevabın tam da öyle olmadığını fark etmenin önemli olduğuna inanıyorum. Tam da öyle değil, çünkü iş yaşamında mutlu olma sorumluluğu şirketle çalışan arasında paylaşılıyor.
Şirket tarafındaki sorumluluk doğal olarak yönetimin omuzlarında gezen, şirket içinde mutluluk iklimini yaratma ve sürdürme sorumluluğu şeklinde karşımıza çıkıyor. Çalışan tarafındaki sorumluluk ise iş yaşamında mutlu olmayı farkındalıkla seçme sorumluluğu.
Farkındalıkla mutlu olmayı seçme sorumluluğu da nedir?
Yeryüzündeki insanlar binlerce yıldır mutluluk kavramı üzerine kafa yoruyor. Mutluluğun insanın en derinde yer alan amacı, en güçlü değeri olduğu konusunda pek çok kişi fikir birliğine varıyor. Tanımlaması zor bir kavram olan mutluluk eski Yunandan beri tanımlanmaya çalışılıyor.
“Nasıl mutlu olunur?” sorusunun cevabı bazen sadece dışarıdan sunulan birtakım imkanların, dış koşul ve etkenlerin sayesinde diye düşünülürken yapılan çalışmalar mutluluğun, yani bir diğer söyleyişle iyi hissetme halinin kişilerin seçtiği hayatı değerlendirme ve yorumlama biçimlerine de dayalı olduğunu gösteriyor. Bu konuda araştırmalar yapan bilim insanları, mutluluk düzeyinin yüzde 50’sinin genetik faktörler tarafından etkilendiğini, yaşam koşullarının mutluluk üzerindeki doğrudan etkisinin yüzde 10 civarında olduğunu, geri kalan yüzde 40’lık oran üzerinde ise bireysel seçimlerin etkisi olduğunu ifade ediyor.
Bu bilgi ile birlikte farkındalıkla mutluluğu seçme sorumluluğu kavramı da daha açık bir anlam kazanmış oluyor, çünkü mutluluk sadece dış faktörlerle (iş yaşamı düzeni, maaş, terfi imkanları gibi) elde edilebilecek bir şey değil. Çalışanların bunları nasıl algıladığı, nasıl görmeyi seçtiği son derece önemli.
Mutluluk Algısı
Pozitif Psikoloji alanında çalışmalar yürüten Tal Ben Shahar, “Daha Mutlu Yaşamak” isimli kitabında insanların yaşama bakış açılarını Hamburger Modeli olarak adlandırdığı dörtlü bir model üzerinden açıklar. Bu modelde hamburger türleri dört farklı yaşam algısını temsil eder.
- Gelecekteki bir amaç için bugünü feda etmeyi temsil eden, en sağlıklı malzemeler kullanılarak yapılmış tatsız tuzsuz bir hamburger
- Bugün çok haz verecek, ancak gelecekte hiçbir faydası olmayan bir durumu anlatan, içi sağlıksız ama lezzetli malzemelerle dolu kocaman bir hamburger
- Ne bugün ne de gelecekte iyi bir şeyler olacağına inanılan durumları temsilen hem sağlıksız hem de lezzetsiz hamburger
- Hem bugünü farkındalıkla yaşamayı hem de geleceğe dair hayal ve umutları korumayı anlatan, hem sağlıklı hem de lezzetli bir hamburger
Bu modelle ilk karşılaştığımda yaşama bakışı anlatan bu modelin, yaşamın önemli bir parçasını oluşturan iş yaşamına nasıl uyarlanabileceği üzerinde kafa yormaya başladım. Sonra buradaki her bir yaşam algısının, iş yaşamında kendisine birebir yer bulduğunu fark ettim. Üstelik bu bilginin, iş yaşamında çalışanın üzerine düşen mutluluğu seçme sorumluluğu bilgisine de güzel eşlik eden bir bilgi olduğunu düşündüm.
İş Yaşamında Çalışan Algıları: Siz Hangisisiniz?
Tal Ben Shahar’ın bana çok anlamlı gelen Hamburger Modeli’ne iş yaşamı perspektifiyle baktığımda modelde yer alan 4 farklı bakış açısının iş yaşamı diline aşağıdaki gibi tercüme edilebileceğini fark ettim:
Yarışçı – İş yaşamını adeta bir yarış gibi gören, hedeften hedefe koşan, gelecekte ortaya çıkacak bir fayda için bugünü feda eden, sürekli bir koşuşturma ve telaş duygusu ile yaşayan, telaş ve koşuşturma halinin en yakın arkadaşı olan yoğun stresin ve sürekli kalp çarpıntısının eşlik ettiği bir durumda olan çalışanları bu kategoriye yerleştirmek çok da yanlış olmaz.
Günü Kurtaran – Günü kurtaranlar bugün hayatlarından memnunlar ama geleceğe dair hayal ve hedefleri olduğunu söylemek zor.
Kurban – Burası mutsuz, başına iyi bir şeyin geleceğine inancı olmayan, şikayet eden, yakınan, geleceğe dair hiç umudu olmayan, şikayet ve dedikodularıyla hem kendilerini hem de etrafı zehirleyen çalışanların bulunduğu yer.
Mutlu ve İyi Hisseden – Bu bakış açısıyla bakmayı bilen çalışanlar, hem içinde bulundukları durumun farkındalar hem geleceğe dair anlamlı hayalleri var. Umut, yaşamda onların sahip olduğu en büyük yol aydınlatıcısı. Anı fark etmeyi, akışta olmayı iyi biliyorlar. Zorluklarla baş etme, tökezlediklerinde cesaretle ayağa kalkıp yola devam edebilme, içlerindeki tutkuyu yakalama ve yaptıkları işin anlamını fark etme konularında oldukça iyiler.
Şöyle bir bakınca, yukarıdaki dörtlü hem iş yaşamına dair kendi algımızı hem de içinde bulunduğumuz iş yerlerinde çalışanların hangi bakış açısıyla çalıştıklarını fark etme konusunda hızlı bir kontrol alanı açıyor diye düşünüyorum. Sadece kontrol alanı açmakla da kalmıyor, kendi bakış açımızı ve algı biçimimizi tespit etmemizin ardından mutlu ve iyi hisseden çalışana geçme konusunda kafa yormayı da kolaylaştırıyor.
Özetle
İş yaşamında kurumların mutluluk ikliminden sorumlu olduğunu kabul ediyorum, ancak iş yaşamının en değerli parçalarını oluşturan çalışanların da mutlu çalışan olma konusunda sorumlulukları olduğu yadsınamaz bir gerçek. Hazır bilim de bireysel seçimlerin mutluluk üzerindeki etkisini kanıtlamışken “iş’te mutluluk” algılarımıza bir göz atmak, yer tespiti yapmak ve olmak istediğimiz yere doğru harekete geçmek fena olmaz diye düşünüyorum. Unutmadan yazayım; ortalama insan ömrünün en fazla kısmını işgal eden ikinci alanın iş hayatı olduğunu öğrendiğimden beri (ortalama insan, ömrünün 90 bin saatini işte geçiriyormuş) işte mutlu olma sorumluluğunu ihmal etmeme konusunda büyük özen gösterilmesi gerektiğine daha da fazla inanıyorum.
Biraz Düşünme Alanı Açarak Bitirelim
Dilerseniz, iş yaşamı ile ilgili kendi bakış açılarınıza, seçimlerinize bir de bu dört pencereyi bilerek bakın. Sizin en sık baktığınız pencereler hangileri? Fark etmeye çalışın. Kendinizi yakaladığınız yerleri bir durup değerlendirin. Oralarda olmaktan, o pencerelerden bakmaktan memnun musunuz? Memnunsanız sorun yok, ama değilseniz hangi bakışta olmayı tercih ederdiniz? Tercih ettiğiniz bakışa doğru yola çıkmak için neleri farklı yapmaya ihtiyacınız var? Biraz düşünmeye ne dersiniz?