Son dönemde iş dünyasında herkes değişimden, dönüşümden konuşuyor. Kimi şirketler dijital dönüşümün gerekliliklerini ve zorluklarını tartışırken kimi organizasyonlar kültürel dönüşümün sancılarını ve heyecanını yaşıyor. Bazı sektörler radikal biçimde yıkıma uğrarken bazıları geleceğe dair yol haritalarını belirleyecek dönüşüm girişimlerini başlatmanın tatlı telaşı içerisinde. En yenilikçisinden en konvansiyoneline, en hızlısından en yavaşına kadar her endüstride her ölçekte şirket bu değişim ve dönüşüm rüzgârından kendi yelkeninin boyutu ve sağlamlığına göre pay alıyor.
Ancak şu da bir gerçek ki bu değişim ve dönüşüm rüzgârı dönemsel bir eğilim veya bir moda akım olmanın çok ama çok ötesinde. Aslında şu gerçeği kabul etmemiz ve kucaklamamız gerekiyor: Bir çağ değişiminin içerisindeyiz, hatta tam da merkezindeyiz. Değişen sadece teknolojiler, modeller, yapılar değil. Değişim sadece “nice to have” değil. Dönüşüm kısa ve hadi bilemediniz orta vadeli etkiler oluşturacak momentumda değil. İnsanın hayata bakışından sosyolojiye, ilişkilerin bazından teknolojiye, kurumsal örgütlenme modellerinden yönetim kurullarının bakış açılarına, iş yapma biçimlerinden iş modellerine kadar her şey ama her şey belki farklı büyüklüklerle ama benzer bir zamanlamayla değişiyor ve dönüşüyor. Kurumsal dünya için çok kısa sayılabilecek süreler içerisinde bu değişimin maddi, manevi etkileri görülmeye başlanıyor. Krallıklar yıkılıyor, liderlik koltukları el değiştiriyor, listeler tepe taklak oluyor. Kısacası iş dünyasında değer oluşturma ve bu değeri paylaşma yaklaşımı, ki bu dünyanın ana felsefik arka planı, yeniden tanımlanıyor.
Böylesi bir dünyada organizasyonel piramidin (eğer hâlâ kaldıysa) en tepesi ve en altı için kolay bir hayat yok. CEO’lar ve yeni yeteneklerden bahsediyoruz… Sözünü ettiğimiz yeni dünyada tepe yöneticiler, liderler, CEO’lar, yönetim kurulları her ne dersek diyelim karar vermenin üst sıralarında yer alan aktörler ciddi bir telaş içerisinde. Zira bugüne dek onları zirveye taşıyan formüllerin artık çalışmadığını görüyorlar. Bugüne dek bildiklerinin yarın etkisiz kalabileceğini görüyorlar. Çözmeye alıştıkları formüller git gide karmaşıklaşıyor, görmeye alıştıkları net resim git gide bulanıklaşıyor. Eskiden açık denizlerde yeni kıtalar keşfetmeye ve ara sıra çıkan fırtınalarda becerilerini gösterip geliştirmeye odaklanan bu liderler şimdi her daima sisli sularda, sürekli kabarık denizlerde, bilinmeyen rüzgârların etkisiyle rotalarını çizmeye çalışıyorlar. Bu durum, içselleştirilmesi ve anlamlandırılması kolay olmayan bir ruh halini de beraberinde getiriyor.
Liderlerin denklemini zorlaştıran bir diğer konu da ezberlerin bozulması. Bir yönetim uzmanı “şirketler belirli ve net sonuçlar ortaya koymak üzere kurulur ve yönetilirler” demişti. Gerçekten de bugünün konvansiyonel şirketlerinde hayatın akışı ve genel mekanizmalar hep bu mantıkla kurgulanmıştır. Ancak artık iş modellerinin değiştiği, yeni rakiplerin ortaya çıktığı, ezber bozan yeteneklere sahip işgücünün iş dünyasında hâkimiyet kurduğu bir dönemdeyiz. Bu aktörler alışılagelmiş uygulamaların dışına çıkan, yenilikçi, açık-şeffaf ve katılımcı kurguların peşinde koşuyor ve asıl performanslarını bunlarla veriyor. Liderler ise bir yandan bugünkü sistemin aksamadan yürümesini sağlarken bir yandan da bu yenilikçi beklentileri anlamak, mevcut sistemin içerisine bunları entegre edecek formülleri geliştirmek durumunda. Bugünün imkânlarıyla mevcut kasları geliştirirken geleceği hayal etmek, öngörmek ve oraya giden yolun taşlarını döşemeleri gerekiyor. Hem bugünde hem yarında yaşayabilen ve bunların arasında kaybolmadan denge kurabilen bir profil olmak zorunda yeni dönemin liderleri…
Hayat sadece liderler için zor değil. Piramidin alt kısmında kalan ve iş hayatına atılmaya hazırlanan veya iş hayatında kendine daha güçlü bir var oluş arayan yeni nesiller için de karşı karşıya kaldıkları tablo oldukça bulanık. Bu yeni nesillerin sadece yetkinlik setleri değil hayata bakışları, ilişki ve iletişim kurma tarzları ve en önemlisi değer setleri çok daha farklı. Dünyayı önemseyen, etrafına açık, şeffaflığı önceleyen, kendilerine alan isteyen bir nesilden bahsediyoruz. Denemekten korkmayan, tabuları daha az olan, sınırları zorlamanın hayatın sıradan bir faaliyeti olduğunu düşünen bir gençlik var önümüzde. Psikolojik güvenliğin ve güven kültürünün olduğu bir ortamda yeşerebilen fikirlerin değerini anlayan bu kuşaklar bu özellikleri nedeniyle kimi zaman maymun iştahlı, kimi zaman tatminsiz diye nitelendirilse de aslında kendi varoluşlarına ve değer setlerine uygun bir ortam aramaktan başka bir şey yapmıyor. Peter Drucker’ın efsaneleşmiş “Kendini Yönetmek” makalesinde söylediği gibi: Ben kimim, değerlerim neler ve burası benim değerlerimle örtüşen değerlere sahip mi? sorularını soruyorlar.
Bu kuşakların farkına yeterince varamadığı konu ise dünyanın bir anda değişemeyeceği. Değişim zaman alan ve acı veren bir olgu. Bu nedenle yetenekli kuşaklar, gençler kendilerine ters de gelse eski dönemin sistemleriyle, en azından bir süreliğine, vakit geçirmek durumunda kalacaklar. Bu da belki çok benimsemedikleri bir ortama adapte olabilmelerini gerektiriyor. İşte bu noktada yeni kuşakların eski kuşaklarla kucaklaşması, onların tecrübelerinden öğrenmesi önemli. Değişimin daha pozitif gerçekleşmesi için liderlerin yeni nesilden ilham alması, onların yaptıklarına değil nedenselliklerine bakması ve bazı bildiklerini unutarak yeni kuşaklardan öğrenmesi gerekiyor. Eğer iş dünyasını farklı fikirlerin yeşerdiği, liderlerin müdürlük değil orkestra şefliği yaptığı, şeffaflığın hüküm sürdüğü gelişime açık bir dünyaya dönüştürmekse hayalimiz, herkesin birbirinden ilham almasını, birbirini önyargısız anlamaya çalışmasını, geçmişin değer seti ile geleceğin değer seti arasında düzenli bir yakınsama sağlanmasını temin etmemiz gerekiyor.
İşte tam da bu nedenle Odgers Berndtson’ın “Bir Gün CEO” programı çok ama çok önemli. Bu program sadece liderler ile gençleri bir araya getiren sıradan bir girişim değil. Bu program, farklı dönemlerin hamurlarıyla yoğurulmuş, hayata farklı bakmaya alışmış bugünün ve yarının kurumsal aktörlerinin birbirilerini anlamaları, birbirlerinin zihninin yapısını keşfetmeleri birbirlerine değer katmanları üzerine tasarlanmış bir yolculuk. Bu yolculukta paylaşılan deneyimler ve yaşanmışlıklar eşsiz bir altyapı oluşturuyor. Bu yolculukta kurulan birliktelikler ilham ve etkileşim paydasında uzun vadeli bir ilişkinin temellerini atıyor. Kısacası Bir Gün CEO yarının dünyasının anlam arka planını kurgulamaya hizmet ediyor.
Bu elinizde tutuğunuz çalışma Odgers Berndtson Türkiye’nin yoğun çabalarıyla gerçekleşen Harvard Business Review Türkiye olarak gönülden destek verdiğimiz bu programın katılımcılarının, yani iş dünyasının liderleri ile genç yeteneklerin etkileşimlerinden süzülen ilhamların, fikirlerin ve hayallerin kelimelere yansıması. Geleceğe dair umutlarımızın daha da güçlenmesi gerektiğini gösteren somut bir delil.
Keyifle okumanız dileklerimize…