2020 içerisinde hem ülke hem de dünya olarak yaşadıklarımız, doğanın bildiğimiz en etkili öğretmen olduğu gerçeğini yüzümüze tekrar tekrar vuruyor. Öğretilerini dikkate almadığımızda uzun vadede başımıza gelebilecekler gayet açık, hatta oldukça can acıtıcı, doğayla bağ kurabildiğimizdeyse yaşama dair perspektifimizi hızlıca değiştirebilecek kadar kuvvetli. Nasıl ki “Doğada her şeyin bir amacı var” diyorsak bu öğretilerden belki de en önemlisi anlam ve amaç arayışı üzerine. Bu anlam arayışıysa tıpkı bir tohumun çıktığı yolculuğa benziyor: Yaşadığı stresle kabuğunu çatlatan ve yapmak için doğduğu şeyi gerçekleştirmek amacıyla tüm hayatını buna adayan tohuma…
İnsanın anlam ve amaç arayışıysa doğanın bir parçası olarak kendi içindeki tohumu keşfetmesinden ve onun çatlamasını sağlayarak yaşama kök salmasından geçiyor.
Hayat hikayenizdeki örgüye bakarak başlayın, kendinizde derinleşin ve farkındalık kazanın.
Kendi içinizdeki tohumu bulmak Bill George’un, kaleme aldığı True North başlıklı kitabında söylediği gibi kendi yaşam hikayenize bakmak ve bu hikayedeki yansımaları yakalamaktan geçiyor. Buna, coğrafyamıza özgü tabiriyle “tefekkür” diyebiliriz. Yani kendinde derinleşmek ve bir anlam, amaç arayışı yolculuğuna çıkmak. Hayat hikayeniz derinliklerine dalacağınız sizin kendi topraklarınızdır. Ayrıca onu inanılmaz kılan birkaç özelliği vardır. Öncelikle bakmasını bilen ve cesareti olanlar için son derece iyi bir öğretmen. İkinci özelliğiyse tabiatıyla almak isteyenler için hiçbir karşılık beklemeden öğretilerini bedava sunuyor olması. Sizi siz yapan bu hikayede derinleştikçe içinizdeki tohumu oluşturan desenler görülmeye başlıyor. Nitekim doğadaki her bir tohumun sanki bir sanatçının elinden çıkmışçasına kendine has desenleri ve dokusu vardır, onlara dokunduğunuzda her birinin bir diğerinden farklı ve özel olduğunu rahatlıkla hissedebilirsiniz. İçinizdeki tohum da sizi diğer insanlardan ayırıyor, özgünlüğünüzün kodlarını taşıyor. Onu bulmak ve çatlamasını sağlamak tamamen sizin elinizde.
Bu yolculuğa oldukça basit ve temel sorularla başlayabilirsiniz.
Çocukluğunuzda ne yapmaktan keyif alırdınız? Her çocukta olduğu gibi oyun oynamaktan mı? Peki hangi oyunu oynamak ve o oyunun içerisinde nasıl bir rol almak sizi diğer çocuklardan farklılaştırırdı? Farklılaşmaktan kastım kendinizi tamamen akışa bıraktığınız ve özgünlüğünüzü hissettiğiniz anlar. Başarılı ve başarısız olmanın çok daha ötesinde, bir tutkunun peşinde koştuğunuz, kalp ve zihin bütünlüğünde bunu yaşadığınız anlar nelerdi?
İçimizde şanslı olanlar çıkacaktır. Daha çocuk yaştayken onu biricik kılan özelliklerini hissetmiş, bir çağrının veya bir görevin peşinden gitmek için içlerindeki ateşi yakmışlardır. Kimi zaman şans kimi zamansa bilinçli olarak doğru mesleğe yönelerek değişimi tutuşturan kişiler haline gelmişlerdir. Örneğin Albert Einstein’a çocuk yaşta babasının hediye ettiği pusula ve o pusulanın iğnesini döndüren gücü bulma arayışı yaşamını ve dünyayı şekillendirmiştir.
Beraber çalıştığımız kadın yöneticilerden biri kendi çocukluğuna baktığında özellikle yaptığı futbol maçlarında tutkusuna dair güçlü yansımalar görüyor. Hayat hikayesinde kendisini çocukken maçlarda saha kenarında bir teknik direktör gibi direktifler verirken ve takımı yönetirken hatırlıyor. Şimdiki konumuna ve olaylara yaklaşımına baktığınızda da liderlik stilinde rekabeti seven, takıma sürekli strateji aşılayan ve direktif veren bir eğilimi olduğunu rahatlıkla görebiliyoruz. Tutkusunu liderliğinin içerisinde yaşıyor. Bir diğer yöneticiyle konuştuğumuzdaysa çocukluğunda en keyif aldığı şeyin bulmaca çözmek ve puzzle yapmak olduğunu anlatıyor. İmkansız gibi görülen bulmacalar için saatlerini verdiğini, ansiklopediler arasında ufacık ipuçları aradığını ve anıları içerisinde en kuvvetli tatmin duygularını bu bulmacaları çözdüğünde yaşadığını aktarıyor. Şimdi kendisine baktığındaysa her yeni güne başlarken karşılaşacağı zorlukları bir yapboz gibi görmek, çocukluğundaki meraklı gözlerle ona bakmak içindeki tutkuyu alevlendiriyor. Dikkat çekici olansa her iki liderin de içlerindeki anlam arayışına, bir başka deyişle kalplerindeki tohuma bu perspektiften şimdiye kadar bakmamış olmaları ancak durup bir nefes aldıklarında ve hayat hikayelerinin topraklarında derinleştiklerinde bu keşfi yaşamaları, keşif sonrasındaysa adı konmamış boşluğu doldurmaları ve içlerinde bu tatmini hissetmeleri. Bu tatmin duygusunu getirense büyük ihtimalle çocuk yaşta içimizde hissettiğimiz özgünlüğümüze dokunmamız ve yıllar içerisinde unuttuğumuz tohumun tekrar konuşmasına izin vermemiz. Zaten şu an doğanın bizden istediği de belki budur. Biraz yavaşlamak, kendimize temas etmek ve hikayemizi dinlemek.
İçinizdeki tohumu sizinle konuşturan ve çatlamasını sağlayan nedir?
Aile, okul, iş ve evlilik gibi etmenler yaşama girdikçe toplumun talep ettiği kişiliğe doğru bir yolculuk yapıyoruz. Kalpte yer alan tohum ile beynimizin bağlantısını kesiyoruz. Kimi zaman enstrüman çalarken parmaklarımızın ucunda hissettiğimiz, kimi zaman saatteki mekanik bir parçanın içerisinde gördüğümüz, kimi zaman başka insanları dinlerken sesini duyduğumuz tohum bizden uzaklaşıyor, sessizleşiyor ve derinlerde uykuya dalıyor. Bir de doğadaki tohumu gözünüzde canlandırın. Onu tatlı uykusundan uyandıran ve çatlamasını sağlayan toprağa düştükten sonra basınç, sıcaklık ve nem ile üzerinde yaşadığı kuvvetli stres ve bu stres sonucunda kabuğunu çatlatması ve bütün enerjisini kök salmak için vermesidir. Kendi içinizdeki tohumun çatlaması için de tıpkı böyle bir stres gerekecektir zira sizi zora sokan, canınızı yakan, hatta “Keşke yaşamasaydım” dediğiniz durumlarda içinizdeki tohum sizinle konuşmaya başlıyor ve kendisini duymanızı istiyor. Hatta bu ses sisli ortamlarda yol almanızı sağlayan bir pusula haline geliyor. Fakat ona beklediklerini vermek bir miktar cesaret istiyor. Çünkü içimizdeki bu tohum bir bedel ödenmesini bekliyor, aynen meşhur anime Full Metal Simyacı’da (Fullmetal Alchemist) olduğu gibi bir “eşit takas kanunu” çalışıyor. Bizim için dünyanın en kıymetli hazinesini açarken karşılığında kendimizden aynı değerde bir şeyler vermemizi bekliyor. Bu bedelse genellikle ruhen ve bedenen yaşadığımız zorluklar oluyor.
Bunu en güzel anlatan hikayelerden birisini ünlü ekmek ustası Peter Reinhart TED konuşmasında ekmek üzerinden yapıyor. Buğday tohumunun toprağa düşmesinden ekmek oluncaya kadar geçen süreçte biricik tohumumuz tarifsiz strese ve baskıya maruz kalıyor: Topraktan koparılması (aslında öldürülmesi), öğütülmesi, suyla karıştırılıp hamur olması, maya ile can verilmesi ve en sonunda (hatta onu tekrar öldürecek olan) fırın içerisinde tüm bedeli ödeyip yaşamın yapı taşlarından birine dönüşmesi…
Cesaretle adım atmalıyız.
Buğday tohumunun ekmek oluncaya kadar yaptığı yolculuğuna bakıldığında geçtiği duraklar ve ulaştığı sonuç bir insanın amaç ve tutku arayışındaki yolculuğa ilham verebilir. Böyle bir ilhama kuvvetle ihtiyaç duyulur çünkü genelde adım atmaktan ve karşılaşacağımız gerçeklerden korkarız. Tohumu bir kez uyandırdıktan sonra sürecin geri dönüşü yoktur. Tohum konuşmaya başladıktan sonra onu susturma şansımız da ne yazık ki kalmaz. Onu kilitli kutular içerisinde tutabiliriz ama bu, sesini kestiğimiz anlamına gelmez; sadece kulaklarımızı tıkamış oluruz. Kutudaki ufacık bir aralanmada bu kez sesinin çok daha kuvvetli bir şekilde zihnimizde yankılandığına tanıklık ederiz. Bir çocuk gibi bağırdığını ve büyümek için sabır ve gayretimizi istediğini görürüz. Cesaret gerektiren kısım asıl şimdi başlar zira bundan sonra alacağımız kararlar ve atacağımız adımlar mevcut yaşamımızı derinden etkileyebilir.
Danışmanlığını yaptığımız bir üst düzey yönetici konuştuğumuz konuların son derece doğru olduğunu düşündüğünü, şirkete katılan tüm gençlere bunun anlatılması ve yaşatılması gerektiğine inandığını fakat kendisi için biraz geç olduğunu hissettiğini ifade etti. İçindeki tohumu dinlediği zaman kendisini oldukça zora sokabilecek ve konforunu kaybettirecek kararlar alabileceğini, bu yaştan sonra bu büyüklükte bir mücadeleyi sürdürüp sürdüremeyeceğini bilemediğini tüm takımının karşısında samimice aktardı. Kendisine bir yönden hak vermek gerek zira içimizdeki tohumun elbette doğru zamanda çatlaması lazım. Yanlış zamanda kök salmaya çalıştığında sayıca az olan şansını harcayabilir ve içindeki tutkuyla kendi toprağında çürüyebilir. Fakat her şey dönüp dolaşıp tohumun sizinle yapacağı konuşmaya bağlanacaktır. Size yapacağı çağrı ile atmanız gereken adımlar için ihtiyaç duyduğunuz cesareti ve isteği sağlayacaktır. Bu durum aynen Joseph Campbell’in Kahramanın Sonsuz Yolculuğu’nda anlattığı gibi akabilir: Bir çağrıyla başlayan uyanış, ardından gelen arayış, arayış esnasında cesareti kıran yaratıklar ile savaş, belki yaşanacak manevi bir ölüm, ardından diriliş, azimle zafere kavuşma ve en sonunda doğduğun topraklara tamamen farklı bir insan olarak dönüş.
Bu yolculuktan dönen kişi yanında “neden” sorusunun cevabını getirecek.
Cesaretli adımlarla bu anlam ve tutku arayışından dönen kişinin sesi, tonu, kelimeleri ve dokunuşu artık eskisi gibi olmayacaktır. Tutkusu aynen bir mayanın ekmeğe can vermesi ve onun kabarmasını sağlaması gibi ruhunu dolduracaktır. Artık bu arayışa bir isim vermesi çok daha kolay olacak ve vereceği isim tamamen kendisine özgü seçilecektir. Tamamlanma duygusu verdiği huzur ile beraber içindeki tutku ateşinin yanmasını, kendini ve etrafını ısıtmasını sağlayacaktır. Doğada yaptığımız eğitimlerde lideri “içindeki tutkunun ateşini yakan ve bu ateşin kıvılcımlarını başkalarının içindeki tutkuyu yakmak için paylaşan kişi” olarak tanımlıyoruz. Lider bundan sonra nerdeyse hiçbir özel çaba sarf etmeden etrafındaki kişileri ateşe uçan pervaneler gibi kendisine çekecek ve ilham verecektir zira herkesin liderden duymak istediği “Neden?” sorusunun cevabı en doğal şekliyle çevreye yansıyacaktır. Simon Sinek’in milyonlarca kez izlenen TED konuşmasında söylediği gibi: “İnsanlar ne yaptığınızı değil neden yaptığınızı satın alırlar”. Neden sorusunun cevabıysa çocukluğunuzdan beri sizinle konuşan tohumun seçtiği kelimelerde gizlidir. Vereceğiniz cevap kişisel vizyonunuzun temellerini oluşturacaktır. Hatta bu süreçte yaşayacağınız keşif şirketin kendisi için de ilham verici olabilir çünkü şirketlerin müşterilerine vereceği “Neden” sorusunun cevabı belki de şirketin içinde yatan tohumda saklıdır. Şirketler de bir varlıktır ve bir hayat hikayesi bulunur. Satışlardaki düşüş, pazar kaybı, yetenek arayışı ve sayılabilecek çok sayıda stres kaynağı şirketin hayat hikayesinde özüne dönüp içindeki tohuma bakmasını sağlayabilir. Bunun en etkili örneğini 1997 yılında Steve Jobs “Think Different (Farklı Düşün)” konuşması ile çalışanlarına aktardı. Zorlu günlerden geçen şirketin varlık amacını beş dakikalık bir konuşma içerisine rahatlıkla sığdırdı ve tutkusu olan insanların dünyayı değiştirebileceği mesajını verdi.
Sonuç olarak, doğanın amaç ve tutkusunu gerçekleştirirken geçtiği yol ile insanın anlam arayışının yolu nerdeyse aynı taşlarla döşenmiş gibidir. Zaten büyük bir bütünün parçaları olduğu için birbirinden ayrı olması da pek beklenmemeli diye düşünebiliriz. Şimdi doğanın bir kum tanesi kadar olan tohumlardan neler elde ettiğine bakarak kendi içinizdeki tohuma dönün. Keşfedilmeyi bekleyen bu tohumun yaşam hikayenizdeki sesini duymaya çalışın. Tohumu çatlatmak ve içindeki hazineye ulaşmak için stresin mutlak bir gereklilik olduğunu unutmayın. Başkalarına benzemektense yapmak için doğduğunuz şeyi keşfetmenin cesaretinden faydalanın.
Unutmayın, doğadaki tohum uygun şartlarda sonsuz bir uyku içinde doğru zamanını bekleyebilir ama sizin içinizdeki tohumun bu kadar zamanı yok. Yeşermesi, kök salması, yüzeye ulaşıp meyvesi ile çevresini beslemesi için sahip olduğunuz zamanı verimli kullanın, zamanın verimsiz topraklarında çürüyerek ölmesine izin vermeyin.