Gençlerin Perspektifinden: Ekin Al

24 Aralık 2021, Cuma

Bugün, içinden geçtiğimiz değişimleri ve geleceğimizi enine boyuna konuşmak üzere yeni bir seriye başlıyoruz. Bu yüzden bu kez gençlerin sesine de kulak vereceğiz. İlk konuğumuz sürdürülebilir bir dünya ve dönüşümün parçası olabilmek için çalışan Ekin Al. Ekin 20 yaşında ve dönüşüm için bir adım atan, bu adımlarını da çevresindekilere anlatmaya çalışan bir genç…

Kendinden kısaca bahseder misin?

Tabii ki! Ben Ekin. 20 yaşında, her yeni güne daha iyi bir dünyada uyanmak arzusunu zihninde ve yüreğinde taşıyan biriyim. En kolay gibi görünse de sanıyorum ‘’Kimsin sen?’’ sorusu cevaplaması en zor sorulardan biri benim için. Sürdürülebilirlik, sosyal etki, sosyal inovasyon, sosyal girişimcilik, özel sektörün dönüşümü gibi alanlara yürekten bağlı, kültür ve sanat konularında tutkulu konuşmayı anlatmayı çok seven hayatın telaşını hep içinde taşıyan ve dünyayı tüm renkleriyle kimseyi öteki kılmadan kucaklamaya çalışan bir öğrenciyim.

Hayatım ve amacım dünyanın iyi yönlü dönüşümünün bir parçası olmak ve yaptığım her işin bu sonuca çıkmasını hayal ediyorum. Stanford Üniversitesi d.school inovasyon elçilerinden biriyim. Bununla birlikte pek çok kurumda tersine mentorlükler veriyorum. Farklı jenerasyonların farklı ilgi alanlarının bir araya geldiği sürdürülebilirlik odaklı atölyeler düzenliyorum; çünkü inanıyorum ki ancak hep birlikte hareket edersek 21. yüzyılın kompleks ve çok katmanlı sorunlarına kalıcı çözümler üretebiliriz. Bundan beş yıl önce ünlü bir CEO olmak hırsını taşıyan Ekin; bugün iklim krizi, toplumsal cinsiyet eşitliği, refahın dağılımı, özel sektörün dönüşümü gibi konularda şevkatli aktivizmi savununan bir gence dönüşmesinin hikayesini anlatıyor. Canlı yayınlar, podcastler ile anlamak arzusuyla dolup taştığım bu dönemi çözümlemeye ve paylaşmaya çalışıyorum.

Biliyorum çok uzattım ama her şeyin ötesinde yarın dünden daha haysiyetli seçimler yapan bir genç, dünyayı hırsıyla yok edenlerin dönüşümünde hızlandırıcı rolü oynayan bir yaratıcı asi/uyumsuz olarak tanımlamak en rahatı ve içime sineni olacak.

Sürdürülebilirlik ile ilgilenen bir genç olarak sence geleceğe dair nelerin değişim ve dönüşümüne öncülük etmeliyiz?

Bu, son günlerde oldukça yıpratılan tıpkı bir dönemin liderlik kavramı gibi herkesin kendi alanıyla bir şekilde birleştirdiği ve maalesef özünü gittikçe yitiren bir kavram. Yerine koyamayacağımız okyanusu, havayı, toprağı, kazanması çok zor olan toplumsal adaleti sürdürmek asıl hedef noktamız olmalı. Her yerde kullandığımız bu kavramın bir iletişim malzemesinin ötesine geçip şirketlerin sahici adımlar attığı, bir yeni yıl stratejisinin ötesinde kültür haline geldiği bir dönemi başlatma sorumluluğunu biz gençlerde görüyorum.

“Biz gençler” kullanmaktan son derece çekindiğim bir kavram çünkü kimseyi dışarıda bırakmamak cinsiyet, din, dil, inanış ve kültür gibi konuların ötesinde artık yaş kavramını da kapsıyor. Sadece bugün hızın içine doğmuş; biyoçeşitlilik kayıplarının, iklim felaketlerinin, derinleşen yoksulluğun içinde olan ve bunları kendine mesele edinen, paradan önce ekosistemi düşünen daha az tüketmeye razı olan, birbirine artık nereli olduğunu hiç sormayan nesil bizlerken bugün başlayan dönüşümde rolümüz ve sorumluluğumuz kaçınılmaz bir gerçek. Bugün dünya hiç olmadığı kadar önemli bir eşikte. Devletler, şirketler, sivil toplum ve birey 21.yüzyıl daha yeni başlarken büyük bir kararın sınırında. Dünyayı kaynak yerine varlık olarak görmek mi, yoksa döngüsel olmayan sistemlerle ekosistem tahribatı ile dünyanın ve canlı yaşamının sonunu getirmek mi? Adil şartlarda refahı sağlamak, bölüştürücü ekonomi yollarını yeniden tasarlamak mı, derinleşen yoksulluğu beslemek mi? Okyanusunu, toprağını koruyu gelecek nesillerin yaşam hakkını elinden almamak mı; yoksa gelecek nesle bir hayat bırakmamak mı? Bu soruların tamamı aslında bizi temel tek bir soruya götürüyor: Ait olmak mı yoksa sahip olmak mı? İşte biz gençlerin her yeni günde ait olmanın tarafını seçip içinde bulunduğumuz ekosistemlere ait olma kültürünü paylaşma sorumluğuna sahibiz. Yapıcı uyumsuzlar olarak, alışageldiğimiz 20. yüzyıl iş yapış biçimlerini bir kenara bırakmalarını sağlayarak teknolojiyi, inovasyonu her bir sektörü sosyal etkiye dokunan ve meseleleri olan hale getirmek; biz gençlerin ana meselesi haline gelmeli. Bugünün sistemlerini yamalamak, belli yerlerine süslü laflar eklemek, 2025 hedefleri koymak, sahicilikten uzak sözler vermek yerine tüm masayı boşaltıp yeni bir sistem inşa etmeli; yani sistemi kökünden dönüştürmeliyiz. Şirketlerin kendi finansal kârlılıklarının yanında çevreyi ve doğayı bir paydaş olarak görmesi için biz gençler kurum içi aktivistler olarak çalışmalı ve tutması oldukça zor olan dönüşüm halatına iyi olma halimizi koruyarak her zamankinden çok daha fazla asılmalıyız.

Konvansiyonel ekonomiyi terk ederken, yeni bir dünya düzeni son sürat bize gelirken, öngörülemezlik ve belirsizlik gittikçe artarken biz gençler umutla ve inançla devletleri, kurumları ve kültürleri iyi olmaya haykırarak davet etmeliyiz! Yetenek olarak, müşteri olarak, kamuoyu olarak mikro ve makro komünitelere aktif katılımla dönüşümü sürekli hale getirmek sanıyorum tam olarak öncülük etmemiz gereken nokta.

Bugün tüm endüstrilere çok yakın gelecekte finansal devamlılıklarını sağlamak için iklim, toplum ve adil ekonomi katmanlarını sahici ve hemen bugün aksiyon alabilecek şekilde yeniden tasarlamaları gerektiğini aksi takdirde var olamayacaklarını anlatmak için kolları sıvamanın tam zamanı!

Yaptığın çalışmalardan da hareketle sistem dönüşümlerinden bahsederken genellikle simit ekonomisi (Doughnut Economics) ile ilişkilendirdiğini görüyoruz. Sistem dönüşümünde simit ekonomisinin etkisini nasıl görüyorsun? Bu modeli biraz anlatır mısın?

Bugünün temel problemi bir tasarım hatasına dayanıyor: Ekonomik modellerimiz. İklim krizi, ekosistemsel çöküşler, biyoçeşitlilik kaybı, yoksulluk, temel haklara erişim sıkıntısı gittikçe neden derinleşiyor ve etkileri geri döndürülemeyecek boyuta ulaştı. Çünkü bugünün ekonomik modelleri daha fazla tüketmeye, doğayı bir kaynak olarak görmeye, insanların temel hakları olduğunu yok saymaya ve durmaksızın acımasızca yok ederek büyümeye teşvik ediyor ve tüm insanlık iklimini bencilleştiriyor. Oysa bu bir tasarım hatası. Her şeyin gidişatına yön veren ekonomik modeller yeniden tasarlanmalı. Sanıyorum dünyanın sorunlarını onarmanın yegane yolu sürdürülebilir ve kapsayıcı ekonomik modeller yaratmak. Büyümeyi değil; gelişmeyi hedefleyen, mutluluğu ve refahı ölçen, faydayı bölüştüren, rejeneratif ve elbette döngüsel…

Simit ekonomisi bu yüzyılın kurtuluşuna dair ihtiyacımız olan her şeyi birlikte sunuyor. Her ekonomik adımın çıktısının bir sonraki adıma kaynak olduğu, sosyal ve ekosistemsel metabolizmaları koruyan tavanında aşılmaması gereken ekosistem sınırları tabanında altına inilmemesi gereken temel refah gereksinimlerini barındıran bu model yakın zamanda sığınacağımız tek güvenli liman.

Kapsadığı konuların hiçbiri tek başına yeteri kadar güçlü ve etkili değilken tüm adımlar Simit ile birleşince bu yüzyılın sorunlarına umut dolu bir kapı aralanıyor. Bana kalırsa bugün tüm dünyada konuşulan paydaş kapitalizmine geçişin hızlanmasının bir sonraki adımı organik olarak Simit Ekonomisi olacak. Çünkü bilinen evrendeki tek yuvamızdan başka hiçbir yere ait değiliz! Tam olarak bunu anlamak ve kolektif etkiyi tetiklemek için girişimciler, akademisyenler, öğrenciler, liderler birbirinden farklı insanların birlikte düşündüğü Doughnut ekonomisi atölyeleri düzenliyorum.

Biliyorum bugün en çok birbirimizi anlamaya ve birlikte aksiyon almaya hiç olmadığı kadar ihtiyacımız var. Hızı ve teknolojiyi bu kadar özümsemiş bir nesil olarak tüm kuşakları bu alana çekmekse benim en temel motivasyonlarımdan bir tanesi.

Sence bugün iş dünyasında daha kapsayıcı ve sürdürülebilir politikaların uygulanabilmesi için ne gibi değişimler olmalı?

Bu sorunun üzerine saatlerce konuşma ihtiyacı hissediyorum. Tersine mentorlük programlarını da en az altı seans yapmayı savunmamın temel sebebi de tam olarak bu. Her biri birbirine derinden bağlı konuların bir nöral ağ gibi birlikte çalışarak ve haritalandırılarak yapılandırılması gerek.

Ama sanıyorum her şeyden önce strateji değil kültür çalışmamız gerekiyor. Biz gençlerin önüne serilen iki yol var: Ya aktivizme, sivil topluma yönelir ve maalesef kötü şartlara sahip olduğun bir hayat geçirirsin ya da iş yaşamına yönelir ve hep aradığın o konfora ulaşırsın. Bizlerin öncelikle bu yönlendirmeli ve yanlış algıyla baş etmesi gerekiyor. Bugün iklim aktivistlerine, dönüşüm öncülerine, eşitlik hızlandırıcılarına her sektörde ve her şehirde ihtiyacımız var.  Bulunduğu her alanı yeniden yapılandıran, sorgulayan, statükoya yenik düşmeyen bir jenerasyon olmak için biz birbirimizi desteklemeli ve sonra tüm yönümüzü bugünün şirketlerinin anlatılarına odaklamalıyız.  Her şeyden önce büyüme hırsını, finansal kârlılığı en tepeye yerleştiren şirketlerin bundan vazgeçmesi gerek! Sürdürülebilirlik departmanlarına değil, her departmanın sürdürülebilir işler yapmasına ihtiyacımız var. Herkes iyi işler yapmak zorunda değil ama herkes işini iyi yapmalı. Buradaki iyi tanımı doğayı ve ekosistemi besleyen, toplumu güçlendiren ve en temel anlamıyla “iyi” olana yönelmeliyiz. Hemen bugün dönüşmek mümkün olmasa da hemen bugün aksiyon almak mümkün! Dünden daha iyi kararlar vermediğimiz her gün gezegen krizlerinde payımız var demektir. Kurumsal iletişimden dünyayı kucaklamaya geçen kültür dönüşümü bugünümüzü ve yarınımızı kurtaracak temel unsur.

‘’Ekin 20 yaşında bir gençsin ne gördün ki böyle büyük laflar ediyorsun’’ gibi sözlerle zaman zaman karşılaşıyorum. Bundan 15 yıl önce bugün konuştuğumuz şeyler hayal bile edilemiyordu. Merkeziyetsizleşen mekan, bağımsız hale gelen ve herkesin bir anlatıcı rolü üstlenebildiği 2021’de özgeçmiş değil öz geleceğe olan umudumla ben dönüşmek zorunda olduğumuzu biliyorum. Üstelik buna insanlığın devamlığı için türcü bir bakış açısıyla değil, insandan çok daha büyük bir oldu olan yaşamın devamlılığı için umutla inanıyorum. Biz talep ettikçe ve biz gençler arzularımızı yitirmeden yüksek sesle karşı çıktıkça şirketler, devletler, siyasi yapılanmalar, kısacası tüm organizmalar düşündüğümüzden çok ama çok daha hızlı dönüşecek. Buna yürekten inanıyorum.

Sen değişime nereden başladın? Bireyler sürdürülebilir bir gelecek için ne gibi adımlar atabilirler?

Az önce de bahsettiğim gibi benim hayatımının temel kırılımı; sahip olmak yerine, her yeni güne ait olmayı seçen tarafta kalma çabasıyla başlamakla oldu. Çok paraya, güce, statüye sahip olmayı düşleyen Ekin; eriyen buzuldan, ölen canlıdan, kronik açlıkla bir başına terk edilmiş her akranından kendini sorumlu tutmaya başladı. Bu sorumluluk zamanla meselelerim ve hayat amacım haline geldi. Egomla olan savaşta iç huzurum kazandı ve ben kendimi bu koskaca evrende çok küçük, bu küçücük dünyada etki alanı çok yüksek görmeye başladım. Doğrusunu söylemek gerekirse birey dönüşümünün ötesinde daha acil olanın endüstri değişimleri olduğuna inanıyorum. Vahşi üretim sistemlerinin ve ekonomik modellerinin değişmesini sağlamak ise elbette her bireyin sorumluluğu.

Her tükettiğimiz meyvede, giydiğimiz her kıyafette, bindiğimiz her taşıtta çalıştığımız ve alışveriş yaptığımız her markada ‘’Gelecekten ne çalıyorum?’’ sorusunu kendimize sormak sanıyorum oldukça kıymetli. Ben daha haysiyetli seçimler yapabilir miyim? İşte tüm dünyayı yüreğinde taşıdığına inanan Ekin’in her gün atmaya çalıştığı adım: Daha doğru seçimler yapmak.

Peki son olarak bugünün dünyasına hazırlanan akranlarına tavsiyelerini soracak olsak ne dersin?

Sormaktan, sorgulamaktan hiç ama hiç vazgeçememek. Dönüşümü kimseyi geride bırakmadan her alanda bugün hemen başlatmak!

Paylaş:

Bu içeriği beğendiyseniz daha fazlası için ücretsiz üye olun!

SEÇENEKLERİ GÖRÜNTÜLE

Sınırsız Erişime Sahip Olmanın Tam Zamanı

HBR Türkiye içeriğine bir yıl boyunca tüm platformlardan erişin!
ABONELİĞİMİ BAŞLAT

Tüm Arşive Gözatın

Paylaş