Eczacıbaşı, Londra’da dünyanın metrekareye en çok mimar ve tasarımcının düştüğü bölgesi olarak bilinen Clerkenwell’de Vitra London showroom’unu açtı. Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı ve diğer yöneticilerin de katıldığı açılışta Eczacıbaşı Yapı Grubu CEO’su Özgen Özkan ile sürdürülebilirliği konuştuk.
Sizi tanıyalım ve niye buradayız?
Adım Özgen Özkan. Eczacıbaşı Yapı Gereçleri CEO’suyum. Bugün, Vitra’nın Londra showroom’unun resmi açılışını yaptık.
Bütün fuarlara katılıyordunuz. Niye showroom açtınız burada? Sebebi ne?
Belirli markaların belirli yerlerde imzası olması gerekiyor. Vitra’nın da Londra’da bir imzası olması gerekiyordu. Bulunduğumuz yer olan Clerkenwell de sadece bizim sektörümüzde değil her sektörde dünyada adı bilinen markaların mağazalarının, showroom’larının olduğu bir bölge. Bu nedenle 3 bine yakın mimari ofise ev sahipliği yapan bu bölgedeyiz.
Yani karar vericilerin bulunduğu bölgede olmak istediniz.
Aynen. Yani biraz bizim Nişantaşı’mız gibi açıkçası.
Siz özünde çok enerji tüketen, taşla toprakla uğraşan kirli bir sektördesiniz. Tabii bu süreçte de kaynakların tasarruflu tüketimi, çevreyi gözetme gibi birtakım öncelikler var. Sizin önceliğiniz nedir?
Birincisi biz kirli bir endüstri değiliz.
Kirli derken toz toprağı kastettim.
O da yok artık. Fabrikalarımıza gelip yeni halini bir görmeniz lazım. Toz toprak da yok artık. Çok farklı bir üretim süreci var. Ama şunu söyleyebilirim: Suyu ve atığı çok ciddi oranda farklı metotlarla kendi içimizde kullanıyoruz ya da başka endüstrilere ham madde olarak veriyoruz. Biz o anlamda suyun neredeyse yüzde 50’ye yakın bölümünü yeniden kullanıyoruz, atığımızın hemen hemen yüzde 80’ini ya kendi içimizde ya da başka endüstrilere girdi olarak veriyoruz. Örneğin çimento sektörü bizden malzeme alır, karo seramik dünyası atığımızı alır kullanır. Şu anda baktığımız zaman hakikaten endüstrimizin işçi sağlığı ve iş güvenliği açısından da çok iyi bir yerde olduğunu düşünüyorum. Endüstri 4.0 ile aklınızda kalan endüstriyel seviyeden çok çok ilerideyiz.
Enerji tüketiminde durum ne? Tüketimde cimri misiniz?
Enerjide iki temel kaynak var. Biri doğal gaz diğeri elektrik. Bu konuda iki uygulamamız var. Avrupa’daki yani Fransa ve Almanya’daki tesislerimizde biz zaten yeşil sertifikalı enerji kullanıyorduk yani bu enerji rüzgardan ve güneşten geliyor. Şimdi aynısına Türkiye’de başlıyoruz. Gelecek yıldan itibaren yeşil sertifikalı enerji alacağız ve bunun yüzde 35’ini de çatılarımızdan üreteceğiz. 140 bin metrekare çatı alanımız var ve buraların tümünden enerji elde edeceğiz.
Ne kadar bir enerji üretilecek çatılarda?
Çatılarda yıllık 6 gigavatlık bir enerji üreteceğiz. Grubumuz zaten her zamanki ileri görüşlülüğüyle bunu görmüş ve Konya’da güneş enerjisi üretimi için bir arazi almış. Yeşil enerji konusundaki son düzenlemelerden de yararlanarak bunu yapıyoruz. Artı karo grubumuz Bozüyük’te bu amaçla çok sayıda arazi aldı. Oraları güneş enerjisi üretimimiz için kullanacağız. Bu konularda çok ciddi adımlar atıyoruz. Yani yeşil enerji üretimi konusunda yalnız çatılarımızla sınırlı kalmayacağız. Bu hafta elektriği almaya başlıyoruz.
Doğal gaz ile ilgili ne yapıyorsunuz?
Doğal gazda esas önemli olan tüketimi azaltmak. Bunun için yaptığımız şu: Biz üretim sürecinde doğalgazı kullanarak fırınlarda ısı da üretiyoruz. Ancak açığa çıkan ısıyı atmıyoruz. Bunu alıyoruz fırının içinde geri dönüştürülebilir hale getiriyoruz. Bir kısmını da kışın binlerce metrekarelik kapalı alanımızı ısıtmak için kullanıyoruz. Bugün bazı yayınlarda Avrupa’daki bazı rakiplerimiz de enerji krizi nedeniyle bunu yapmaya başladıklarını okuyorum. Biz bunu yıllardır yapıyoruz. Ama orada esas hedef enerjiyi geri dönüştürülebilir kılmak.
Peki tüketicinin bu çabalara bakışı nasıl, üreticiden ne bekliyorlar? Türkiye’de olmasa bile dış pazarlardaki ürünlerinize bu konuda bir açıklama veya şu kadar enerji ve su tasarruf ettik gibi bilgi taşıyan etiket koyuyor musunuz?
Sektörümüzün ürünlerinde bir enerji sınıfı tanımlaması yok. Bildiğiniz üzere cihazların önünde enerji sınıflaması yazar. Ama artık nihai tüketicinin bunu sorguladığını söylemeliyim. Biz de bu konuda hassasız. Örneğin geçenlerde sosyal medyada enerji kullanımıyla ilgili bir gönderi paylaştım ve pek çok kişiden beğeni aldı. İnsanlarda bu hassasiyet var ama şimdilik bizim sektörün ürünlerinin üzerinde “Ben bu enerji sınıfındayım.” diyen bir ibare yok. Ama biz insanların bu konudaki hassasiyetlerini bildiğimiz için bu konudaki hassasiyetimizi iletişimimizde ve dijitalde gösteriyoruz. Bunu fuarlardaki stantlarımızda da yapıyoruz. Şu kadar geri dönüştürülmüş malzeme kullanılmıştır gibi bilgi veriyoruz.
Bir süre sonra sizin sektör de bunu yapmak zorunda kalacak.
Birçok endüstri ürünün kutusu üzerine “karbon ayak izimiz şu kadar, şu kadar su ve enerji tasarrufu yaptık” diye yazıyor, bu bizde de olacak. Ve bu değişime hazırız.
Bir de Avrupa’ya ihracatta bu zorunlu hale geliyor.
Tabii bu da ayrı bir konu. Bu konuda 2030’a kadar uymamız gereken düzenlemeler var. Bizim sektör Avrupa’da da o kadar acil ve önemli bir sektör sınıfına girmedi teknolojisinden dolayı. 2030’a kadar bir uyum süreci var. Zaten onlar bize sormadan biz gerekli düzenlemeleri yapıyoruz. Uyum sağlıyoruz ve onunla ilgili bir sorunumuz olacağını düşünmüyorum. Bir de Avrupa’daki enerji krizi hassasiyetleri artırırken bir yandan da de gevşemesine yol açıyor.
Sürdürülebilirliğe yönelik adımlar maliyetlerinizi düşürüyor mu? Yoksa birtakım fedakarlıklar yapıyoruz bunlar maliyetlerimizi arttırıyor ama bu iş böyle gidecek mi diyorsunuz?
Şöyle bir şey var bu benim fikrim değil söylenen bir şey. Dünyayı iyi korumanın birinci kuralı daha az kaynak kullanmak. Birinci kural bu. Her alanda az kaynak kullanmak ya da mümkün olduğunca geri dönüştürülmüş kaynak kullanmak. Belki öyle bir noktaya geleceğiz ki geri dönüştürülebilir malzeme, malzemenin kendisinden daha pahalı olacak. Herkes geri dönüştürülebilir malzemeye yöneleceği, bu tür malzemeleri kullanmak isteyeceği ya da zorunda kalacağı için belki geri dönüştürülebilir bir metal sıfırdan üretilmiş bir metalin kendisinden daha pahalı olacak. Şu anda biz yaptıklarımızı maliyet artırıcı bir etken olarak görmüyoruz. Çünkü bizi disipline ediyor. Enerji tüketimimizi, malzeme tüketimimiz azaltıyoruz. Ama ileride bu geri dönüştürülebilir malzeme de dünyadaki tüketimi karşılayamayacak duruma gelirse fiyatı artabilir. Böyle bir durum var.
Sürdürülebilirlik yolundaki adımlar ürünlerin hafiflemesini, basitleşmesini getirebilir mi beraberinde?
Tüm dünyada bir sadeleşme ihtiyacı olduğu kesin ve dünya da buna gidiyor. Bu sadeleşme öncelikle kafa karışıklıklarını ortadan kaldırıyor. Tasarım, estetik ve zaman önemli ama her şeyden önemlisi teknik fonksiyonlar. O yüzden bu konularda mutlaka bir sadeleşme olacak. Örneğin otomotivde otomobiller birbirine benzer hale geliyor. Ortak komponentler kullanılmaya başlandı. Kesinlikle ve kesinlikle bu olacak. Özellikle bizde seramik sağlık sektöründe armatürlerde ürünü hafifletmek çok önemli. Ürün hafiflediği sürece hem az ham madde hem az enerji kullanıyorsunuz ve her şeyiniz azalıyor.
Nakliyede de bir avantaj sağlıyor.
Tabii. Nakliyede başka şeyler de var. En önemli konulardan biri nakliye aracını tamamıyla doldurmak. En büyük sorumluluklardan biri o. TIR’ı boş göndermeyeceksiniz. Ağzına kadar dolduracaksınız. Bunu yapmadığınız zaman son noktaya gidene kadar ürünün karbon ayak izi çok artıyor. Belki bir süre sonra o TIR elektrikli olacak. Şimdi ABD’de elektrikli TIR kullanmaya başlıyorlar. Bence bu konularda herkesin bir hassasiyeti var ama bizde biraz daha fazla var bu hassasiyet.
Sürdürülebilirlik çabaları şirketlerde yöneticilere zor işler mi yüklüyor? Eskiden bunları hiç düşünmüyorduk, nerde çıktı bu işler mi deniyor? Yoksa böyle olmalıydı mı deniyor?
Bence geç kaldık. Çocuklarımıza daha iyi bir dünya bırakmak istiyorsak bu adımları çok daha önceden atmalıydık. Biz çok keyifle uğraşıyoruz, hiçbir zaman külfet olarak görmüyoruz. Grupta bir numaralı işimiz bu. Yatırım yaparken ilk baktığımız şey, yatırımın geri dönüş süresi değil. Daha az elektrik kullanıyor mu, daha az doğalgaz kullanıyor mu ona bakıyoruz. Şimdi yeni yatırım yaptığımız fırınlar hidrojen dönüşümlü. Yakıt olarak hidrojen geldiğinde fırını sökmemize gerek yok. Hemen dönüştürüp üretime devam ereceğiz. Bu tür ürünleri daha pahalıya aldığımız doğru ama hidrojen gelince yakıt olarak fırını sökmemiz gerekmeyecek.
Yani Eczacıbaşı için sürdürülebilirlik çok önemli diyorsunuz ve bunu her alanda uygulamaya çalışıyoruz diyorsunuz.
Eczacıbaşı bu konuda çalışmaya 2008 yılında Blue Life ile başlamış. Yani, bu konuda hiç kimsenin bir çabası olmadığı dönemde. Hatırlarsınız sizin de katıldığınız bir toplantıda Bülent Bey (Eczacıbaşı) konuşmacıydı. Cebinden bir bilet çıkardı ve “Bu nedir?” diye sordu. Paris’teki İklim Konferansı’na davet edilmiş ve onun davetiyesinin üzerinde “Nuh’un Gemisi’ne Bilet” diyordu. Davetiyenin adı “Nuh’un Gemisi’ne Bilet”ti. Yani o durumdayız. O konuda konuşmuştu ve herkes inanılmaz şaşırmıştı. Şirketin bu konudaki hassasiyeti dünyadaki insanlar tarafından da biliniyor.