Küresel dijital çağın ilk provasında uyumlu ve uyumsuz yönlerimizi gördük ve küresel ekonominin ilk tepkisi bu alanda daha çok mesafe alınması gerektiğini ortaya koydu. Kısıtlamalar kalktığında eskiye yakın bir düzene geri döneceğiz zira dijital çağa henüz tam anlamıyla hazır değiliz. Dijital ekonomi düzenine uyum sağlayamamış çok fazla sayıda işletme ve insan gücü var ve hayatımızın önemli bir kısmı hâlâ organik. Üstelik kökten değişimler büyük yıkımlar sonucunda gerçekleşiyor. Salgınlar da savaş ve devrimler gibi büyük yıkım yaratabilme kapasitesine sahip ancak Covid-19 salgını kendi başına bir dünya savaşı ölçeğine yaklaşabilen bir yıkım yaratmayacak. Bu iki veri, değişimin parametrelerini de belirliyor. Yine de pandemi öncesinde harekete geçmiş bazı dinamiklerin ve yönelimlerin daha da hızlanacağını öngörebiliyoruz. Hızlanan bu yönelimleri beş başlıkta toplamak mümkün:
Bölgeselleşme, Küreselleşme ile Rekabetini Artırıyor
Küreselleşmenin bayraktarlarından olan tedarik zincirlerinin daha bölgesel ve hatta yerel düşünülmesi Yönündeki eğilim destek buluyor. Öne çıkan üç boyutlu baskı teknolojileri, bazı üretim yapı ve zincirlerini bölgeselleştirmeye aday. Dijital ekonomiden 5G ve bulut sistemlerine kadar geniş bir spektrumda artık yükselen eğilim küreselleşme değil kamplaşma. Yani sınırsız düz bir dünya yok. ABD ve Çin zaten birbirlerinin dijital piyasalarına girişlerine engel koyuyorlar. Artık üretimin yapıldığı yerin coğrafi konumunun yakında olması bir tercih sebebi. Çin ABD’yi geçtiğinde dünyanın en büyük ekonomisi liberal demokratik bir serbest piyasa ekonomisi değil, hibrit bir komünist devlet olacak. Bunun rejimleri tam oturmamış ülkeler üzerinde bir seçenek yaratmayacağını düşünmek saflık olur. Küresellik birçok alanda yine de kaçınılmaz ama güçlenen bir bölgeselleşmeyle rekabet halinde yaşayacak.
Yeni Petrol Artık Veri
Büyük veri ve yapay zeka da artık petrol gibi temel bir kaynak olarak ekonomik, siyasi ve askeri gücü, hatta güçler arası dengeleri şekillendiriyor. Şimdiden dünya nüfusunun üçte birinin temel haber alma ve iletişim kaynağı olan sosyal medya, keza uzaktan eğitim ve videokonferans sistemleri, e-ticaret siteleri ve toplu iletişim sağlayan online uygulamalar iş ve eğitim ekosistemlerini yeniden tanımlıyor. Makinelerinizin öğrenebiliyor ve başka iletişim kurabiliyor olması gerekiyor. Ya bu alanda güçlüsünüz ya da işiniz zor. Şimdiden devletler 3 milyara yakın kişiyi birbirine bağlayan, 75 milyar makineyi de konuşturabilen dijital ağlar ortamında veri üzerinde hakimiyet için mücadele ediyor. Savaşlar ve casusluk operasyonları yaşanıyor. Bu alan da politik risklere maruz çünkü artık bir siyaset meydanı. Mark Zuckerberg’in bu yıl Münih Güvenlik Konferansı’na ceket ve kravatla gelmesi boşuna değil. Artık avukatlar yetmiyor, jeopolitik uzmanlarına ihtiyaç artıyor.
Etkin Yönetişim Temel Kıstas Haline Geliyor
Popülizm ile etkin yönetişim ebedi bir güreş halindedir. Salgınla mücadelede farklı rejim tipleri değil devlet kapasitesinin belirleyici olduğu ortaya çıktı. Bürokrasisi ve siyasi kurumları yıpranmış olan ABD bunun ağır sonuçlarını görüyor. Toplumlar bu salgınla bilimselliğin değerini yeniden gördüler. Sağlık sektörümüz eğitimli, uzman, bilgili ve deneyimli kadroların ne kadar değerli olduğunu gösterdi. Etkin devlet, on yıllar boyunca kısık ateşte pişmiş deneyimli, uzman, sabit kadrolarla ve yine yetkin siyasi liderlikle mümkün. Etkin devlet olmadan etkin yönetişim olamaz. İyi araba iyi şoför benzetmesi bu durum için uygundur. Ancak her şeyin gri tarafı vardır ve etkinlik adına alınan katı önlemler, özgürlük-güvenlik dengesi ve tabii verilerinizin gizliliği bağlamında dünya çapında tartışmaya yol açıyor.
Jeopolitik Kırılganlık Artıyor
Bu, Türkiye’nin çevresindeki belki de bir numaralı sorun. Doğrusu şu ki, veri yükselse de hidrokarbon çağı bitmedi ve çok fazla hidrokarbona sahip çevremiz kendisini iyi yönetemiyor. İklim ve doğa koşulları da çok yardımcı olmuyor ve daha da kötüye gidiyor. Bölgemiz istikrarsızlığa, çatışmalara ve dış müdahalelere bu yüzden çok açık. Bunlar ürünlerimizin pazarları olacak şehirleri, ekonomileri yok ediyor ve doğal ulaştırma hatlarımız ile pazarlarımızı tehdit ediyor. Ekonomilerin derin bir krize girmesi beklenen salgın sonrası ortamda bu istikrarsızlık ve hatta şiddet sarmallarının yakından takip edilmesi gerekiyor. Boru hatlarımızsa enerji güvenliği adına nispeten güven veriyor. Kırılganlık en büyük politik risk kaynağı. Çevremizdeki kırılganlıklar bölgesel jeo-ekonomik hayaller kurmamızı genelde engelliyor. Bu çerçevede ekonomik güvenlik aslında milli güvenliktir. Bu kırılganlığın azalması ancak bölgede sürdürülebilir kalkınma ekseninde köklü bir düşünce ve hesap değişikliğiyle mümkün.
Devletlerarası Güç Mücadeleleri Yoğunlaşıyor
İlk kez ABD’nin lider rolüne soyunmadığı bir buhranı yaşıyoruz. ABD, 2008-2009 finans krizindeki liderliği bu sefer üstlenmedi. Çin ise en büyük rakip. Küresel güç dengeleri değişim halinde ve salgının ekonomik uçurumundan kimin ne kadar hızla ve ne zararla çıkacağı önem taşıyacak. Güç dengelerindeki değişim ABD ile Çin’i ya yeni bir dengeye ya da çarpışmaya doğru çekiyor. Değişim teknolojik yarışı içeriyor ama bunun da ötesinde jeopolitik bir mücadele ve ABD’nin bunu kaybedeceğini söylemek için henüz çok erken. Öncelikle Çin’i Çin yapan neyse onu hedefleyeceklerdir. Çin, ABD’nin üretim merkezi olarak büyüdü, ABD donanmasının uluslararası sulardaki tüm ticareti güvenlik garantisi altına alması sayesinde serpildi, ABD dahil herkesin ABD teknolojik ürünlerinin ucuz Çin fabrikalarında üretilerek güvenli ulaşım hatlarından dünya pazarlarına dağılmasıyla bir dev haline geldi. Buna karşın 5G ve yapay zeka konusunda da görüldüğü gibi Çin artık kendi teknoloji ve markasını da üretiyor, iç pazarı da gelişiyor. Tedarik zincirlerinin Çin odaklı olmaktan çıkması için çaba gösterileceğini görebiliyoruz. Salgın AB’yi de Birleşik Krallık’ın çıkmak üzere olduğu bir dönemde, pek çok konuda zaten uzlaşmazlık içindeyken vurdu. “İngiltere, ABD ile yakınlaşmasının parametrelerini lehine belirleyebilecek mi? AB ve ABD ile nasıl bir ticaret anlaşması imzalayacak?” soruları henüz yanıtsız. Dünyanın en büyük üç ekonomisinden birini oluşturan AB’nin bittiği savlarıysa hiç gerçekçi değil. Rusya, petrol fiyatlarındaki düşüşün de etkisiyle içten zayıflasa da her zaman güçlü bir jeopolitik aktör. Çin’in Kuşak ve Yol projesiyle AB ile ticari bağlantısını, Ortadoğu ve Orta Asya ile de enerji güvenliğini sağlamaya çalıştığını izliyoruz. Okyanuslara çıkışı olmayan Türkiye’nin kendi jeopolitiği bakımından bu bağlantısallığın değeri var. Büyük güçler, rekabetlerinde yerel ortaklar kullanma eğiliminde. Orta ve hatta küçük güçler, hatta silahlı gruplar, teröristler jeopolitik boşluklarda alan buluyor ve kamplaşıyor. Arap dünyasında elitler sorunlarını çözmeye çalışmak yerine kazanacakları hiçbir şey olmamasına rağmen jeopolitik oyunu oynamaya çalışıyor. Halbuki, kompleks mallar üretebilen ekonomiler listesinde ilk 40’a bölgeden sadece Türkiye ve İsrail girebiliyor. Tüm Ortadoğu ekonomilerinin Türkiye ile nasıl bir ekonomik bağlantı kuracaklarına ve Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları temelli bir gündem geliştirmeye kafa yormaları herkesin yararına olacak. Tüm bunlar hem fırsat hem riskler olarak doğrudan bir anlam taşıyor.
Toplamda Türkiye için değişimde büyük fırsatlar öngörülebilir. Örneğin, aslında küresel değer zincirlerinde payımız bugüne kadar sınırlı oldu. Her şeyin Çin’de ucuza üretildiği dönem bu açıdan işimize yaramıyordu. AB ve NATO temellerimiz sağlam kaldığı ve Asya ile bağlantılarımız geliştiği sürece yaşanabilecek türbülanslar da nispeten daha sınırlı kalacaktır. Ancak bu noktada yine bölgemizdeki kırılganlığa geliyoruz.
Jeopolitik ortamda olumlu riskler görmek mümkün ancak odaklı ve süratli bir uyum çalışması gerektirecek. Naçizane bazı düşüncelerimi takdirinize sunuyorum:
- Tedarik zincirlerinin yeniden oluşumunda, özellikle yüksek katma değer segmentinde firmalarımızın daha fazla yer bulması lazım. Üretim merkezlerini özellikle de üç boyutlu baskı ve yapay zeka temelli yeni fabrikaları ülkemizde kurup zincirlere bağlamamız stratejik düzeyde bir öncelik haline geldi. Tabii bunu söylemenin yapmaktan kolay olduğunu biliyorum.
- Çevremizdeki kırılganlık ve istikrarsızlığın yukarı bakan tarafı milli savunma sanayisinin gelişimini mecbur kılması. Savunma sanayisi inovasyon alanında devletle birlikte çalışabiliyor. Akıllı telefonların dijital kamerası askeri casus uydularından, GPS sistemi seyir füzelerinden, internet bağlantısı gizli belgelerin nükleer silah araştıran laboratuvarlar arasındaki iletişim ağından, taşınabilir telefon uygulamasıysa askeri iletişim aracı olarak doğdu. Özel sektör bu teknolojilerin ticari ürün haline getirilmesini sağladı. Bu geçişkenliği herkes beceremiyor ancak yapabilenler kazanıyor. Devlet ile özel sektörün en doğal bağlantı kurduğu yer olarak savunma sanayisine ve savunma ile diğer sanayi kolları arasındaki etkileşime özel önem verilmesi zamanın ruhuna uygun.
- Dünyayı küresel ölçekte bir pazar olarak görmeye ve erişime dair araçları geliştirmeye devam etmeli. Türkiye’nin yerli stratejisi olan Yeniden Asya açılımı da çok zamanlı geldi ve buna özel sektör de etkin katılmalı.
- Nihayet, bölgeselleşme bizim açımızdan her şeyden önce AB ile daha yakınlaşma ve daha iyi bir Gümrük Birliği demek.
Yukarıdaki tablo dinamik ve karmaşık bir (jeo)politik risk ortamıyla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Dünya ekonomisi cevval olunması gereken zorlu bir dönemece giriyor. Siyasetsiz ekonomi olmadığı için dışarıya ekonomik bakışımızda politik risk analizlerini ve jeopolitik okuryazarlığı ciddiye alıp kaliteli ürünler talep etmeliyiz. Sonuçta geleceği öngöremesek de hızlı teşhis ve etkili kriz yönetimi ile hem zararları azaltabilir hem de fırsatları tespit edebiliriz.
** Not: Bu makale bütünüyle yazarın şahsi görüşlerini ifade etmekte, görev yaptığı Dışişleri Bakanlığını bağlamamaktadır.