Eminim ki siz de tıka basa dolu alışveriş sepetiniz ile kasanın önünde uzanan sırada beklerken şu diyaloğa şahit olmuşusunuzdur:
Kasiyer: “Moneycard’ınız yanınızda mı?”
Müşteri: “Maalesef yanımda değil”
Kasiyer: “Sorun değil efendim, telefon numaranızı alabilir miyim?”
Müşteri: - Sıranın en arkasında bekleyen kişinin bile duyabileceği yüksek bir tonda - “053…..”
Bu konuşmaya her kulak misafiri olduğumda duyduğum numaraları bir kenara kaydetseydim herhalde şu anda 5 bine yakın cep telefonu numarasından oluşan bir veri tabanına sahip olabilirdim. Sıfır bütçe ile güzel bir rakam!
Ya da yüksek bir ihtimalle üç saatlik bir toplantı için girdiğiniz plazanın lobisindeki görevlilere ehliyet, nüfus cüzdanı, vs. ne varsa bırakarak yukarı çıkmışsınızdır. En değerli kişisel veriniz olan kimlik numaranız korumasız bir şekilde her türlü suistimale açık olarak orada öylece dönüp onu almanızı beklemiştir.
Kişisel verimizi kendi kendimize koruyabilme yetimiz bu seviyelerde iken 2016 yılının Nisan ayında kabul edilen 6698 numaralı kanun ile özel hayatın gizliliği esas alınarak, kişisel verileri işleyecek olan gerçek kişilerin ve kurumların uyması gereken konular yasal zemine oturtuldu. Türkçesi; kişiye özel olarak kabul edilebilecek verilerin ilgili kişinin açık rızası olmadan işlenmesi veya aktarılmasının engellenmesi ön plana çıktı.
Hastanelerin sigorta firmaları ile takip ettiği provizyon süreçlerinden, GSM operatörlerinin abonelik süreçlerine kadar bir sürü yapısal değişikliği zorunlu kılacak bu yasanın günlük hayatımıza ilk yansımalarını cep telefonlarımıza gelen reklam sms’leri için ya da gelen-posta kutularımızı patlatan kampanya e-postaları için firmaların onay istemesi olarak deneyimliyoruz. Bu durum tüketicileri gereksiz bir duyuru bombardımanından kurtarırken, firmaları/markaları da doğal olarak hızla daralan bir müşteri veri tabanı ile karşı karşıya bıraktı.
Her zaman bir (teknolojik) çözüm vardır
İlk bakışta firmalar için olumsuz olarak algılanabilecek yeni düzen aslında şerden çıkan hayır misali, çok verimli çalışmayan tek yönlü bir iletişim kanalından vazgeçilerek, daha etkili metotların devreye alınmasını sağladı. Basma kalıp bir sms ‘in satın alma davranışını ne derece tetiklediğinin hayli tartışmalı olduğu bir dönemde çıkarılan bu yasanın etkisi ile sihirli bir kelime öne çıkıyor; çevrimiçi topluluklar (online communities).
IBM, Microsoft gibi teknoloji devleri çevrimiçi topluluklar yaratmaya imkân veren ürünlerini geliştirirken tabii ki bizim 6698 numaralı Kişisel Verilerin Korunması yasasını temel almadı. IBM Connections, Microsoft Teams gibi ürünlerin tasarımındaki ana motivasyon, aynı şirkette çalışmak veya aynı üniversiteden mezun olmak gibi ortak paydaya sahip kişilerin oluşturduğu bir gruba çevrimiçi bir ortamda daha etkin bir iş birliği ve iletişim imkânı yaratabilmekti.
Ne var ki ülkemizde ortaya çıkan yeni yasal zemin bu tarz araçların sağlayabileceği yan imkânları ana amacın gölgesinde bırakıyor. Markalar, çevrimiçi topluluklar yaratma imkânı veren yeni teknolojileri tüketicileri ile diyalog kurabilecekleri sosyal bir platforma dönüştürmeyi keşfedebildiği ölçüde, hem kişisel verilerin korunması yasasının ortaya çıkardığı yukarıda belirttiğim olumsuz sonuçlardan etkilenmeyecek, hem de satış ile sonuçlanma ihtimali yüksek gerçek bir iletişim mecrası oluşturabilecekler.
Yıllar önce oluşturulmuş bir veri tabanına “bir alana bir bedava” sms’i atarak kör bir kuyuya taş sallamaktansa, tüketicilerin gerçekten ne istediğini bir sosyal platform üzerinden dinledikten sonra kampanya oluşturmak size de daha mantıklı gelmiyor mu?