Koronavirüsün tüm dünyayı gafil avladığı ve hepimizi evlerimize kapattığı şu dönemde birçoğumuz soru işaretleriyle yaşıyoruz: Her şeyin eski haline dönmesi mümkün mü? Bu tehlike ortadan kalkınca dünya düzeni neye evrilecek? Sosyal ve politik açıdan ne gibi değişiklikler yaşayacağız?
Salgının ortadan kalkmasıyla devletlerin işbirliğine gireceğini düşünenler olduğu gibi, kendi içlerine dönme sürecinin daha da artacağını düşünenler de bulunuyor. İş dünyasının yapısının değişeceği, firmaların çalışanlarına daha fazla evden çalışma olanağı vereceği ve bunu mümkün kılacak altyapılara ve eğitimlere ağırlık vereceği de söylenenler arasında. Tüketicilerinse bir süre daha sosyal izolasyona devam edeceği, çevrimiçi alışverişin kazandığı ivmeyi sürdüreceği ancak özellikle maddi durumu iyi olan kesimde bir alışveriş ve dışarıda olma çılgınlığı yaşanacağı düşünülüyor. Bir yandan da markaların temel değerlerini gözden geçirmesi gerektiği, sosyal sorumluluk, doğa ve insan yaşamının sürdürülebilirliği gibi değerleri sahiplenmesi gerektiği tartışılıyor.
Tüm bu tartışmaların odağı haline geleceğini düşündüğüm kavramlardan biri gönüllü sadelik, yani bireysel olarak kendi içimize dönüp kişisel farkındalığımızı artıracağımız ve daha minimal yaşayacağımız yönünde oluşan beklenti.
Gönüllü Sadelik Nedir?
Gönüllü sadelik, modern yaşamın sunduğu “iyi yaşam” tanımını sorgulayan bir akım olarak ortaya çıktı ve ilk defa Richard Gregg tarafından Gandhi’nin hayat tarzını tanımlamak için kullanıldı. Özünde insanın iç dünyasını zenginleştiren, sosyal ve çevresel anlamda sürdürülebilir, daha az materyalist bir yaşam tarzını savunan gönüllü sadelik, en basit haliyle “dışarıdan basit ama içten içe zengin olmak” olarak tanımlanabilir. Bireyler daha küçük, bağımsız, mümkünse yerel işletmelerden satın alımlar yapar, etik üretim yapan firmalara yönelir, karmaşadan uzak çevrelerde yaşar ve ekolojik bilinçle hareket ederek doğal kaynakları koruyacak, çevre kirliliğini azaltacak, doğanın güzelliği ve bütünlüğünü sürdürecek biçimde yaşarlar.
Gönüllü sadelik bir seçimdir, birtakım zorluklar sebebiyle tercih edilen bir yaşam biçimi değildir. Bugün içinde bulunduğumuz duruma baktığımızdaysa koronavirüsün etkisiyle zorunlu bir sadelik içine girdiğimizi söylemek mümkün: Dünya nüfusunun neredeyse beşte biri evlerine kapandı, tüketim Maslow hiyerarşisinin alt katmanları olan temel ihtiyaçlar ekseninde cerayan ediyor; yiyecek, içecek, barınma ve güvenlik (hijyen) önceliğimiz oldu. McKinsey’in “Coronavirus COVID-19: Consumer Goods Action Planning” raporuna göre, bazı ürünlere olan talebin arttığını (un, pirinç, makarna, konserve gıdalarda talep ikiye, hatta dörde katlarken), bazı ürünlere olan taleplerdeyse ciddi düşüşler yaşandığını gösteriyor. Örneğin, McKinsey’in “Coronavirus (COVID-19) Consumer Sentiment Survey” raporuna göre ülkemizde mart ayında market ürünleri satışında yüzde 71, kişisel bakım ürünleri satışında yüzde 58 oranında artış olurken restorandan yemek yeme yüzde 68, hazır giyim satışları yüzde 44, ev dışı eğlence (sinema, tiyatro gibi) harcamalarında yüzde 40 oranında azalma görüldü. ABD’de ise en çok alınan ürünler yüzde 74 ile yiyecek ve içecek, yüzde 51 ile kişisel bakım ürünleri, yüzde 47 ile temizlik malzemeleri, yüzde 33 ile ilaç olarak görüldü. İtalya’daysa mart ayı başında un satışları yüzde 82 artarken, makarna satışları yüzde 57, pirinçse yüzde 61 oranında arttı. McKinsey’in “COVID-19-Learnings from Italy and China on the Evolution of Consumer Reactions” çalışmasına göre en büyük artış, yüzde 347 ile metil alkol, yüzde 260 ile ıslak mendillerde ve yüzde 148 ile ilaç satışlarında yaşandı. Bu süreçte insanların birçoğu büyük kalem ürünleri (ev, araba gibi) almak istemediklerini belirttiler; tatil planları ertelendi, uçuşlar iptal oldu, eğlence sektörü ve perakende sektöründe ciddi düşüşler yaşandı. Yapılan market alışverişleri çevrimiçine evrildi, hayatımıza sosyal mesafe kavramı girdi. McKinsey’in raporuna göre sosyal mesafeyle, sosyal medya, çevrimiçi oyunlar ve abonelikle çalışan eğlence sistemlerine olan talep arttı. Yine ülkemizden örnek verirsek, McKinsey’in “Coronavirus (COVID-19) Consumer Sentiment Survey” raporunda da belirtildiği gibi, insanların yüzde 80’i evlerinde yemek yapmaya, yüzde 44’i ev eğlence sistemlerini kullanmaya, yüzde 21’i evde egzersiz yapmaya yöneldi ve alışveriş merkezlerine gitme istekliliğiyse yüzde 92 oranında azaldı.
Süreç hayat düzenimizi değiştirse de bu değişimin dünya adına birtakım iyi sonuçları oldu. İnsanların evlerine kapanmasıyla dünyanın belirli bölgelerinde üretim faaliyetleri düştü, araç trafiği azaldı, turizm hareketliliği neredeyse bitti. Örneğin Çin’de hava kirliliğinde geçtiğimiz yıla oranla büyük bir azalma yaşandı, Venedik kanallarındaysa sokağa çıkma yasağından sonra suyun rengi berraklaştı ve daha önce bu kanalda yaşaması mümkün olmayan birçok canlı suya akın etti. Evde kalmak, hayatlarımızı sorgulamamızı, yakınlarımıza kenetlenmemizi, alışverişimizi çevrimiçi yapmıyorsak yürüyebileceğimiz mesafelerde çözümlememizi, daha yerel ve özel bir yaşam sürmememizi sağladı. Birçoğumuz için evde kaldığımız bu süre meditasyon, yoga, kitap okumak, hobi edinmek ve dinlenmek için de fırsat oldu. Tabi tablo her zaman bu kadar olumlu olmasa, kaygı seviyemiz zamanla çok yükselse, bazılarımız karantinada ya da hastanede virüsle mücadele etse de sosyal izolasyon ve kendi olağanüstü hal tedbirlerimizin sonucu olarak tüketim değil de insan ve çevre ölçeklendi. İnsanın sürdürülebilirliği için bireysel olarak sorumlu davrandığımız, “ben”cillikten “biz”e önem verdiğimiz, ister istemez doğayı koruduğumuz bir döneme girdik.
Peki zorunlu sadelik zamanla gönüllü bir sadelik haline gelebilir mi?
Dünyada makro düzeyde neler olacağını kestirmek zor ancak bireysel olarak istersek bunu başarabileceğimizi düşünüyorum. Gandhi’nin de dediği gibi dünyada görmek istediğimiz değişimi kendimizden başlatabiliriz. Öncellikle daha küçük ölçekli yaşayabileceğimizi unutmamalıyız. Koronavirüs günlerinde farkına vardığımız hayatımızı karmaşıklaştıran, olmasa da yaşayabileceğimiz aktiviteleri veya eşyaları azaltabiliriz. Aşırı sosyal medya kullanımı ya da sınırsız alışveriş bunlardan bazıları… Bir şeyleri satın almak yerine kendimiz yapabiliriz, zamanımızı kendimize ayırabiliriz. Yakın çevremizle ve ailemizle bağlarımızı güçlendirebilir, binamızda veya yakınımızda yaşayan desteğe ihtiyaç duyabilecek kişilerin daha çok farkında olabiliriz. Büyük markalar yerine daha etik, sosyal sorumlu ve doğal markaları hayatımıza katabilir, çevre ve doğa bilincini marka seçimlerimize yansıtabiliriz. Hatta sosyal medyayı kullanarak bu tip işletmelere fiziksel mesafe engeline takılmadan rahatlıkla ulaşabiliriz. Yine sosyal medyayı başka gönüllü sade bireylerle buluşabileceğimiz ve kendi sosyal kabilemizi kurabileceğimiz bir mecra olarak kullanabilir, birbirimizle sade yaşam bilgileri değiş tokuşu yapabiliriz. İlerleyen aşamalardaysa örgütlenerek gıda ve enerji alanlarında yerel kooperatifçilik uygulamalarına geçebiliriz. Besinlerimizin bir kısmını veya enerjimizi kendimizin üreteceği, devlete ve büyük kurumlara bağlılığımızın azalacağı, daha bağımsız ve geleceğimizin kontrolünün elimizde olacağı, doğayı destekleyen bir gelecek yaratabiliriz.
Belki bu şekilde yeni bir pandemiye karşı dayanışma içinde hazırlıklı olabilir, hatta iyimser bir bakış açısıyla, gönüllü sade bir yaşam biçimiyle bir pandeminin önüne bile geçebiliriz. Kim bilir, bekleyip göreceğiz.