Avukat öncelikle takım arkadaşlarının sağlığı ve güvenliğini sağlar, bunun da ötesinde iş disiplinini korumaya ve takım arkadaşlarının iş güvenliğini sağlamaya çalışır. Hemen ardından müvekkillerinin ihtiyaçlarının gereğini yapmak için uğraşır, salgın sebebiyle işlerinin aksamaması için çaba sarfeder. Yaşanan hukuki yeniliklerden müvekkillerini haberdar etmeye çalışır.
Salgın çıkınca ilk iş 12 Mart 2020 tarihinde ofisi kapatıp evden çalışmaya geçtik. Büro olarak son beş yıldır hepimiz zorunlu olarak ayda en az iki gün evden çalışmaya başlamıştık, tüm dosyalarımız ve kütüphanemizin önemli bir bölümü uzaktan erişime elverişliydi. Takip eden haftadan başlayarak tüm ortakların katılımıyla her gün video konferans yapmaya başladık. Çok fazla hukuki konunun sürekli incelenmesi ve müvekkillerin bilgilendirilmesi gerekiyordu. Bu amaçla bir "koronavirus başvuru masası"' açtık ve tüm mevzuat değişikliklerini ve buna ilişkin pragmatik önerilerimizi paylaşmaya başladık. Doğrusu galiba şu anda daha çok çalışıyoruz. Teknik altyapımız da elverişli olduğu için hiç sorun yaşamadık. Ayda en az iki gün evden çalışma deneyimimizle "evden çalışma kaslarımızı" geliştirmiş olmamız, hiç tahmin etmediğimiz bir sebeple işimize yaradı. Aynı zamanda müvekkillerimizle sürekli iletişim içinde olduk ve ihtiyaçlarını anlamaya çalıştık.
Bu dönemde çok sayıda müvekkilimizin tedarikçilerine ve çalışanlarına dair sürdürülebilirlik planlarına destek olmaya başladık. Müvekkillerimizin önemli bir kısmı, krizi işçi çıkarmak için fırsat olarak değerlendirmedi ve iş güvencesinin sağlamak için çaba sarfetti. Biz de hukuki açıdan onlara destek olduk. Bazı işverenlerin yasa yürürlüğe girmeden işçi çıkarmak için zamanla yarıştığı bir dönemde işçi çıkarmamak için büyük çabalar sarfeden ve bu amaçla işlerini "yeni normal"e uygun hale getirmeye çalışan müvekkillerle çalışmak bizim için büyük bir ayrıcalık oldu ve bu bizi umutlandırdı. Biz her yıl mayıs ayında bütçemizi yaparız. Bu yıl bütçeyi bu ortamda hazırlamak zorunda kaldık. Bütçemizi ciddi kârlılık düşüşünü göze alıp takım arkadaşlarımıza kesinti uygulamayacak ve tek bir çalışanımızı bile işten çıkarmayacak şekilde hazırladık, umarım başarılı oluruz. Biz aslında insan aklının ve emeğinin ürünü olan hizmetler sunuyoruz. Bu sebeple takımımız bizim için en önemli unsur; onları kaybetmemek için elimizden gelen her şeyi yapmamız gerekir.
Biz avukatlar düzenli olarak çalışma saatlerimizi kaydederiz. Bu dönemde daha fazla çalıştığımızı gördük; daha doğru bir ifadeyle, daha çok çalışma fırsatımız olmuş. Takımın motivasyonunun çok yüksek olması bizi başka neler yapabileceğimizi düşünmeye itti. Hem hukuki hem de hukuki olmayan konularda webinarlar düzenledik. İşin ilginç yanı çok sayıda hukuk bürosu bu webinar programlarımıza katılmak istedi ve hepsini kabul ettik. Aslında bizim işimiz biraz da basketbol oynamaya benziyor, ligdeki diğer takımlar ne kadar iyiyse biz de daha iyi olmak için uğraşıyoruz. Müvekkillerimize ihtiyaç duydukları avukatlık hizmetini vermenin dışında bu dönemde aşağıda bahsedeceğim bir kitabı yazmak için de fırsatım oldu.
Belirsizliklerde Yılmamak ve Zamanı Doğru Kullanmak
Şirketlerin bu salgının tetikleyeceği ekonomik etkiler sebebiye iş yapma yöntemlerini ve ortaklık yapılarını değiştirmek zorunda kalacaklarını düşünüyorum. İşte o aşamada biz avukatların hızlı ve etkin şekilde birleşme ve devralma işlemlerini tamamlamamız gerekecek. Bunun için de yapmamız gereken en önemli şey, işlemleri olabildiğince basite indirgeyebilmek ve gereksiz tartışmalardan da kurtulmanın yollarını aramak olacaktır. İşlerden arta kalan zamanımda öğrendiklerimi ve tecrübelerimi paylaşmak için birleşme ve devralmalar hakkında bir kitap yazmaya başladım. Hayatta zorluklar olmaya devam edecektir, önemli olan bu zorluklarla mücadele etmek ve zamanı en faydalı şekilde kullanabilmek.
2019’un yaz aylarında eşim, "Artık birleşme ve devralmalar kitabı yazmanın zamanı gelmedi mi?" diye sordu. Her zaman güzel fikirler ondan çıkardı ve yine haklıydı. 2019’un sonuna doğru kitabımı planlamaya başladım, kaynakları belirledim, alınacak kitapların siparişini verdim ve hayatımda yapacağım bir aylık en uzun tatili planladım. Aynı zamanda yönetim komitesinde de görev alan ortaklarımdan ve tabii ki asistanım Yasmin'den "izin aldım" ve 2020 yılının temmuz ayını tamamen boşaltarak ilk taslağı yazmaya başlamak için kendimi hazırladım. Fakat Mart ayında Covid-19 salgını başladı, sonuç olarak hepimiz evlere kapandık ve ben de böylece çalışmaya başladım.
Bu kitabın hazırlanabilmesi için hem fırsatlara hem de fikirlere ihtiyacım vardı. Değerli meslektaşlarım sayesinde birçok fikrimi tekrar değerlendirdim, bazılarını değiştirdim ve şimdilik önemli bir kısmı bitti. Umarım yıl bitmeden yayınlanmış olur. Hep şöyle düşünmüştüm: "Bilgi paylaştıkça artar ve ancak sorgulanabildiği ölçüde yararlı olur". Bu sebeple öğrendiklerimi, deneyimlerimi ve önerilerimi paylaşmak istedim. Aşağıda kitaptan bazı kısımları kısaltarak burada paylaşmak isterim.
Birleşme ve devralmalar dediğimiz şey çok komplike, detaylı ve zor bir yapı, yani kapsamı itibariyle adeta bir "fil" ve kitapta bu fili basitleştirerek insanların oturma odalarına sokmaya çalışıyorum. Gerçekten tarih boyunca hukukçular anlaşılmaz olmayı tercih etmişler. Kullandıkları kavramlar, ifade biçimleri, yöntemleri hep kendilerine özgü olmuş; sıradan insanın kendilerini anlamalarından pek hoşlanmamışlar. Oysa ben yaklaşık 10 yıldır "Bildiklerimiz anlatabildiklerimizle, anlatabildiklerimiz de dinleyenlerin veya okuyanların anlayabildikleriyle sınırlıdır" diye düşünüyorum. Ne kadar basit, o kadar iyi!
Sorular mı Daha Önemli, Cevaplar mı?
Hukuk eğitiminde hocalarımız bizlere genellikle cevapları öğrettiler. Yıl sonu gelince de hatırlayabildiğimiz cevaplar yeterliyse sınavlardan geçer not aldık; bunu, ilk davasını henüz öğrenciyken kendi usul hukuku hocasına karşı açıp kazanan bir hukukçu olarak söylüyorum. Aslında hukuk bence bir "cevaplar bilimi" değil, "sorular bilimi"; doğru soruları sorabildiğimiz ölçüde yeni şeyler öğrenebiliyoruz, bulabiliyoruz. Bu kitapta fırsat buldukça ezberden cevap verilebilecek türde olmayan sorular da sormaya çalıştım.
Aslında bir hukukçu için çıkış noktası çok basitir: Kim, kimden, hangi hukuki sebeple, ne talep edebilir ve talebine ulaşması için neleri ispat etmelidir?
Matematikte tüm hesaplar dört işlemle yapılıyor; müzikte ana nota sayısı yedi! Tüm matematik formülleri bu dört işleme ve bunun türevlerine dayanıyor. Bach ve Motzart da, Iron Maiden ve Ledd Zeppelin de, Müslüm Gürses ve Orhan Gencebay da aynı yedi ana notayı ve bunun beş ara notasını kullanıyor.
İşte hukukta da temel sorular aslında bunlar: Kim, kimden, hangi hukuki sebeple, ne talep edebilir ve bu talebine ulaşması için neleri ispat etmelidir?
Avukatların "Kedi Sendromu": Sözleşmeler Neden Müzakere Edilir?
Bazı avukatlar müzakere sırasında kendilerinin daha bilgili ve müvekkillerinin müzakere dengesinde daha güçlü olduğunu kanıtlamaya çalışırlar. Böylece sözleşmelere müvekkillerinin daha lehine hükümler koydurmak için uğraşırlar. Hayatını sözleşme müzakere ederek geçirmiş bir avukat için belki de "intihar cümlesi" olarak görülebilecek bir şeyi söylemeden duramayacağım: Dünyanın en iyi sözleşmesini yazsanız, en iyi ihtimalle davayı veya tahkimi kazanırsınız ve eğer çok şanslıysanız kararı icra edebilirsiniz. Aslında yazdığımız sözleşmeler, sonuca ulaşmadıkları sürece tek başlarına hiçbir anlam ifade etmezler.
Peki o halde biz neden müzakere ediyoruz? Benim cevabım şu: Müzakere sırasında aslında karşı tarafın yaklaşımını, ileride ne yapacağını, sözleşme ile kararlaştırılan borcuna göz göre göre aykırı davranıp davranmayacağını anlamaya çalışıyoruz. Aslında müzakereler avukatın ve müvekkilin ticari ahlakının tanımlandığı konuşmalardır. Avukatlar da bazen benim "kedi sendromu" diye tanımladığım bir yaklaşımla hareket ederler. Kedisi olup da şehir dışında yaşayanlar bunu çok iyi bilir. Kediler avcı hayvanlardır, genellikle geceleri ava çıkarlar ve avladıkları hayvanları sizinle "paylaşırlar". Defalarca sabah evden çıkarken kapının önünde yarısı yenmiş bir böcek veya fare gördüm. Bizim kedi aslında kendince çok iyi bir şey yaptığını düşünerek bizimle avını "paylaşmak" amacıyla yarısını kapının önüne bırakmıştı. Aslında bu, benim görmek istediğim son şeydi fakat kedinin doğası da kendisine yuva ve yemek veren sahibine şükranını ifade etmek amacıyla paylaşmayı gerektiriyordu.
Avukatların yaklaşımları da bazen kedilere benziyor. Aslında müvekkillerinin hiç ihtiyacı olmayan bazı şeyleri alarak işlerini iyi yaptıklarını düşünüyorlar. Oysa birleşme devralma işleminin tarafları olan müvekkillerimiz, adeta bir ip cambazı gibidirler. Onların ihtiyacı olan şey sağlam bir tel, yüksek konsantrasyon, iyi bir denge çubuğu ve sağlam bir güvenlik ağıdır. Avukatların görevi de aslında güvenlik ağının sağlam olmasını sağlamaktır. Oysa birçok durumda meslektaşlarımın, tabiri caizse, ip cambazının sırtına binip onlara akıl verdiğini gördüm; hem de dengelerini ve konsantrasyonlarını bozmak pahasına.
Benim müzakerelerle ilgili önerilerim hep şu oldu:
1. Karşınızdaki avukattan daha iyi bir avukat olduğunuzu düşünmeyin. Düşünseniz, hatta bu düşünceniz doğru olsa bile bunu kanıtlamaya çalışmayın. Yapmanız gereken öncelikli şey, karşı tarafın yaklaşımını anlamaktır.
2. Müzakerelerde aslında müvekkilinizin işine yaramayacak, gereksiz avantajlar elde etmek için uğraşmayın.
3. Yaptığınız işlemin ekonomik dinamiklerini doğru analiz etmeye çalışın. Sizin avukat olarak göreviniz, ekonomik amacın hukuki güvenliğini sağlamaktır; ekonomik tercihler yapmak değil.
4. Olmayan risklere karşı önlem almaya çalışmayın; risk varsa da alacağınız önlem riske nazaran ölçülü olmalı.
Parayı Takip Et ve Riskleri Yönet
Birleşme ve devralmaları Gerhard Wegen adında bir Alman profesör ve avukattan öğrendim desem yalan olmaz. Onunla birlikte çalıştığım projelerde ikinci doktoramı yaptım diyebilirim. Wegen, bana şunu öğretti: Avukatların işi aslında çok basittir; riski öngörmek, riski hesaplamak ve riski yönetmek. Risk her zaman vardır ve öngörülmesi, hesaplanması ve yönetilmesi gereklidir. Riski öngörme aşaması, hukuki inceleme belge talep listesidir. İkinci adımsa risk hesaplaması olmalıdır ve bunun iki boyutu vardır: Riskin ortaya çıkma ihtimali ve çıkması halinde yaratabileceği olumsuz etkinin kapsamı. Aslında müzakere ettiğimiz sözleşmelerle yapmaya çalıştığımız şeyse risklerin yönetilmesidir ve biz avukatlar, sözleşmeleri kullanarak riskleri yönetmeye çalışırız. Bu risklerin içinde insanların kişiliklerinden kaynaklanan riskler de vardır ve bunları yönetmek genellikle zor olur.
Birleşme ve Devralmalar Kanun’un Hukuku mu, Sözleşmenin Hukuku mu?
Türk Borçlar Kanunu'nun temel aldığı satım sözleşmesi tarihsel olarak, Roma'da pazardaki testi satımına dayanıyor. Zaman içinde elbette satım hukuku ve satımın konusu, büyük değişiklikler geçirdi ve bugünkü halini aldı. Fakat yine de Kanun'daki satım hükümleri, oldukları haliyle birleşme ve devralma işlemlerinde karşılaştığımız karmaşık yapıları tam olarak düzenleyemiyor.
Diğer taraftan dünya her geçen gün daha fazla entegre oluyor. Uygulanan ekonomik ve hukuki yapılar ülkeden ülkeye daha az farklılık göstermeye başlıyor. Bir uluslararası şirket aynı anda dünyanın pek çok ülkesinde başka işletmeleri satın alıyor ve kendisini her ülkenin hukukunun tüm detaylarını bilmek zorunda hissetmiyor, tüm ülkelerde yerel hukuk düzeninden bağımsız olarak mümkün mertebe aynı yapıları kullanmaya çalışıyor. Kullanılan yapılar da genellikle İngiliz hukuku kökenli yapılar; bunun da bariz sebepleri var. İngiltere hem dil hem de hukuk olarak dünyada "hakim durum"da. Bazen müvekkiller bizlere şu soruyu soruyor: “Sözleşmeye İngiliz hukuku mu Türk veya İsviçre hukuku mu uygulansın?” Cevap çok detaylı ama basit bir örnekle anlatmaya çalışayım. Kara Avrupası hukuku Lego parçalarından bir şekil yaratmaya benziyor, İngiliz hukukunuysa oyun hamurundan bir şekil yaratmaya benzetebiliriz. Lego parçaları sert ve önceden belirlenmiş öğelere sahip, oyun hamuruysa çok daha esnek ve önceden belirlenmiş öğelerin sayısı çok sınırlı; yani aslında ne istiyorsanız onu yapıyorsunuz. Fakat bu fark sebebiyle dikkat etmeniz gereken bir şey daha var: Kara Avrupası hukukunun aslında negatif gibi görülen sert yapısı ve önceden tanımlanmış öğeleri sayesinde altını doldurmasanız bile yapı, sert parçaların taşıma kuvveti sayesinde ayakta kalıyor. Oysa oyun hamurunun "altını dolduramazsanız", yani sözleşmeye gerekli detayları yazmazsanız yapı çöküyor. Türkiye'de uygulama bir taraftan İngiliz standart sözleşme maddelerini kabul ediyor, diğer taraftan da sözleşmeye Türk veya İsviçre hukukunu uyguluyor. Bu tür örneklerin sayısı çok fazla, en tipik örneklerden biri de sözleşmelerde görmeye alışık olduğumuz "mücbir sebep" maddesi. Peki sözleşmenizde birçok durumu mücbir sebep örneği olarak yazdığınız zaman alıcı lehine bir madde mi yazmış oluyorsunuz, yoksa satıcı lehine bir madde mi yazmış oluyorsunuz? Bu, üzerinde ciddi biçimde düşünülmesi gereken bir soru. Sonuç itibariyle hangisini seçmek daha doğru ve mantıklı diye sorabilirsiniz fakat bunun doğru cevabı yok. Önemli olan, hangi hukuka tabi olursa olsun, risk analizini doğru yapmış olmanız ve sözleşmenize bunu ne şekilde yazdığınız. Tabii sözleşmenizin tabi olduğu hukuku bilmeniz gerekiyor. Sözleşmenin İngiliz veya İsviçre hukukuna tabi tutulmuşsa mutlaka bu ülkelerden bir meslektaşınızla birlikte çalışmak zorundasınız.
Sonuç olarak
Covid-19 avukatlar için de ciddi bir sınav oldu. Muhafazakar bir meslek olduğu düşünülen avukatlık mesleğinin de kendisini değişen şartlara adapte edilmesinin gereğini daha iyi gördük. Aynı zamanda teknolojik altyapının sağlıklı işleyişinin, tüm sektörler için olduğu gibi avukatlık mesleği için de çok önemli olduğu ortaya çıktı. Avukatlığın özünde insan aklı ve emeğinin ürünlerini kullanarak müvekkillere hizmet sunmak olduğunu düşünürsek insan kaynağının bir avukatlık bürosunun en önemli unsuru olduğunu da bu süreçte bir kez daha görmüş olduk.
Covid-19’un yaratacağı ekonomik sonuçlar, şirketleri iş yapma biçimlerini ve ortaklık yapılarını değiştirmek durumunda bırakabilir. O noktada şirketlerin ihtiyaçlarına ve taleplerine olabildiğince hızlı ve etkin bir şekilde yanıt vermek biz avukatlar için kritik olacak.